29 Mayıs 2010 Cumartesi

Adam Gibi Adam






Mangal gibi yürek olacak adam dediğinde. Öyle her patırtıya pabuç bırakmayacak. Bakışından toz olacak, bakışıyla şad olacaksın. Bakmayacaksın beylik laflar etmediğine, bileceksin ki yeri ve zamanı geldiğinde icraatıyla konuşacak.Adam dediğin konuşacağı yerde susup, susacağı yerde konuşmayacak. Az ama öz konuşacak. Kodum mu oturtacak tek bir lafıyla. Sözünü sohbetini dinletecek. Espriyle vakar, ciddiyetle saygı arasındaki çizgiyi ince çizecek. Sesindeki tını dan ayırt edebileceksin sevincini, kederini

Adam dediğin yüce gönüllü olacak. Öyle her koşana, her zorlayana açmayacak yüreğinin kapılarını. İki cicim bicime kanmayacak. Dudaktan dökülenle yürekten akanın ayrımına varabilecek. Yalnız kalmayı becerebilecek. Hayatın her evresinde kendi kendine yetebilecek. Duygusal karmaşalarda hata üstüne hata yapmayacak. Şişenin dibini de görecek gerekirse. Ama illa ki ağzıyla içecek. Acıyı da mutluluğu da Allahına kadar yaşamayı bilecek adam dediğin.

Kendine özgü bir duruşu olacak adam dediğinin. Örneğin merhametle şecaatin, sadakatle ihanetin, cehaletle nedametin ayrımına varabilecek. Söyledikleriyle yaptıkları çelişmeyecek.
Doğal olacak adam dediğin. İşine geldiği gibi davranmayacak. Özü neyse sözü de o olacak. Kırk yerinden eğip bükmeyecek lafı. Söylemeden önce ölçüp biçecek, söylediğinde de sözünün arkasında durmayı bilecek.

Adam dediğinde izzet– i nefis olacak. Midesi değil, yüreği geniş olacak. Kadını önce ana bilecek. Kızına da oğlu kadar evlat diyebilecek. Bacım dediğine meyil etmeyecek. Yar dediğini sahiplenecek. Duracağı yeri de durduracağı yeri de bilecek. Öyle kazanında her şey kaynamayacak.

Sevmeyi bilecek adam dediğin. Aşkın belden aşağıda değil sol yanında olduğunun farkında olacak. Ruhundaki tek korku sevdiğini incitmek, kaybetmek olacak. Yar yâdına düşende yaprak gibi titreyecek.

Adam dediğin haysiyetli olacak. ‘’Ben erkeğim yaparım!’’, demeyecek. Namusun bacak arasında değil yürekle beyin arasındaki o devasa arena da olduğunu bilecek. Sapla samanı karıştırmayacak. Yürekte başka, parmakta başka yüzük taşımayacak. Bir gönüle iki Leyla sığdırmaya kalkacak kadar aptal olmayacak.

Adam dediğin zeki olacak ve ikinci kez kandırılamayacak kadar da akıllı. Kadınca entrikaları yemeyecek. Bir lafı anlatana kadar kırk deveyi hendekten atlatmayacaksın. Sen konuşurken yüzüne bakacak. Sustuklarını da gözlerinden okuyacak.

Adam dediğin ağlamaktan korkmayacak. Takılmayacak öyle erkek dediğin safsatalarına. Vara yoğa değil elbette. Ama ağlamanın kadına değil, insana özgü bir davranış olduğunun da bilincinde olacak. Gocunmadan ağlayacak gerektiğinde.

Adam dediğin derin olacak. Derinliklerinde gezinebilecek, lakin kaybolmayacaksın. En bildiğini sandığın şeyi aslında hiç bilmediğini gösterecek kadar derin olacak. Ve başını döndürecek kadar gizemli. Bileceksin ki bir okyanusta yüzüyorsun. Her kulaç atışında enginlere yol alacaksın. Unutmayacaksın muhteşem güzelliklere gidilen yolda yunuslar da var köpek balıkları da. Onun seni kaybetmekten korktuğu kadar sende korkacaksın yitirmekten. Aidiyet sınırına tecavüz etmeden bağlı kalacaksın.

Okuyacak adam dediğin ama öyle laf olsun diye değil, bilinçli okuyacak. Elif i görünce övendere sanmayacak. Sadece tarzını değil bilakis tarzı olmayanı da okuyacak ki duruşunun hakkını verebilsin. Küçük veya büyük bir kütüphanesi olacak örneğin ve her konuda az çok söyleyebileceği bir sözü. Amma velâkin şiire Fransız kalmayacak. Ya yazacak ya okuyacak ya da dinlemekten keyif alacak.

Adam dediğin utanmayı bilecek. Arın, edebin insana mahsus meziyetler olduğunu aklından çıkarmayacak. Erkeklik kisvesine sığınıp her şeyin mubah olduğu yanlışına düşmeyecek. Dejenere olmayacak adam dediğin. Biraz çocuk, biraz baba, biraz abi, çokça da sevgili olacak. Amma illa ki biraz ukala olacak. Farkının farkındalığından kaynaklanan, küstahlık sınırına asla dayanmayan, zekâ ve aklın birleşiminden mürekkep ukalalıklar biçilmiş kaftan gibi cuk diye oturacak üzerine. Ve sen ukalalığın böylesine şık duruşuna şapka çıkaracaksın.

Adam dediğin kale gibi duracak. Korkmadan dönebileceksin arkanı. Bileceksin ki, o vurursa alnının ortasından vurur. Sırtından değil.. Cümle âlem tersini iddia etse de, o öyle diyorsa öyle olduğuna şeksiz şüphesiz inanacaksın. Aklın sadece özlediğin için onda olacak. Nerdedir, kiminledir krizlerine girmeyeceksin. Bilecek sin ki nerede olursa olsun seninledir.

Adam dediğinin detayları olacak. Senin bile farkında olmadığın ayrıntıları fark edecek. Şaşırtmayı da, şımartmayı da bilecek. Her haliyle içine sinecek, her halinle içine sindiğini bilmenin huzurunu duyacaksın

Adam dediğin;
Sarılacağı ve saracağı
Koşacağı ve duracağı
İşiteceği ve duyacağı
Bakacağı ve göreceği
Dinleyeceği ve anlayacağı
Sezeceği ve bileceği
Gideceği ve kalacağı zamanın ayrımında olacak

Erkek olarak doğmak yazgıdır elbette. Ama adam olabilmektedir marifet. Her erkek adam değildir. Fakat her adam da sadece erkek değildir. Tıpkı,her kadının ana olamadığı gibi..
Çünkü adam olmak, aslında insan olmaktır.
Bu yüzdendir
Adam gibi adama da, adam gibi kadın gerekir..

28 Mayıs 2010 Cuma

Anneye Sürpriz





Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.


Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-Ya gelmezse, ya izin alamadıysa. ” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.


Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı. . Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; ” Bu telaşın niye?” diye. Ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.


Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de. . ” İçinde sıkıntı artmaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh. . yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse. . ” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı. , ekranına baktı, arayan oğluydu.
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu;
-Alo. .
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim.
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.
-Öyle mi yavrucuğum.
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.
-Sen sen. . bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah. . kapı çalıyor, sanırım baban geldi.
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım.
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

21 Mayıs 2010 Cuma

SADECE SUSUYORUM




Suskunluğun en acımasız olduğu zamanlardayım bu günlerde...
Sadece susuyorum ve uzaktan izliyorum bir sevdanın hazin intiharını...
Dirhem dirhem kan damlıyor açık yaralarımdan ve
her damlada bir umut eksiliyor damarlarımdan...


Susmak yakıştı sanırım bana artık kimse yadırgamıyor beni
ve suçlamıyor bir zalimi sevdiğim için...
Beni unutanı unutamadığım için ayıplamıyor kimse...
Yüzümde mutluluk denen maske dilimde yalandan sevda şarkıları ve
hiç gelmeyecek güzel günleri beklermiş gibi yapıyorum...


Ağlamıyorum artık halka açık mekânlarda...
Hiçbir çaba sarf etmiyorum sadece susuyorum...
Herkes bir anlam katıyor susuşuma her kafadan bir ses çıkıyor...
Kimileri “delirmiş bu” diyor kimileri “aklı başına gelmiş” kimileri “unuttu artık” diyor
kimileri “ölsede unutamaz” ben ise sadece susuyorum...


Ne varsa yaşamak istediğim içimde yaşıyorum...
Kimi zaman geceyi bekliyorum maskemi çıkarmak için kimi zaman
bir deniz kıyısına atıyorum kendimi yada adını yolunu bilmediğim caddelere...
Hüzünlerimle baş başa kalıyorum kendim olabilmek için acılarımla yüzleşiyorum...
İçime akıttığım gözyaşlarını denize boşaltıyorum kimseler görmeden...


Yitirdiğim umutlarımın arkasında türküler yakıyorum kimsenin bilmediği...
Giden sevgiliye şiirler okuyorum kafiyesiz beklide anlamsız yada
benden başka kimsenin anlayamayacağı...
Özlemlerimi özgür bırakıyorum salıveriyorum gökyüzüne
belki özlediğime giderler kendilerini gösterirler
ve tarif ederler özlenene nasıl özlendiğini ama
nafile özlemlerimde dilsiz benim gibi onlarda suskun artık...


Eski ve kimsenin bilmediği yerlere sakladığım resimlere bakıyorum
herkesin yaktığımı sandığı hatıralarla baş başa kalıyorum hatıralar da suskun
ve bendeki resmin artık bana bakmıyor...
Hasretlere kafa tutuyorum cesaretim yok aslında
ve güçsüzüm karşısında ama dedim ya kendim olmak için mecburum buna...


Kendime bakıyorum uzaktan isyanlarım bile suspus olmuş kendi halinde...
Hesap bile soramıyorum artık sevgiden...
Birkaç soru var aslında dilimde neden severken onsuz oldum?
Neden o onu sevmeyene gitti? Ölümüne sevilmek varken
neden sevgi dilenmek istedi anlayışsız ellerden?


Pardon ama aşk iki kişilik değimliydi iki kişinin derdi neden bir bana yüklendi?
Peki şimdi nerde neden unuttu her şeyi?
Hanilerle devam eden ve uzayıp giden ama bir türlü sorulamayan sorulsa da
cevaplanmayacak sorularım...
Gece güne dönmek üzereyken takıyorum yine maskemi ve suskunluğumu geçiriyorum bedenime


İnsan içine karışıyorum herkes gibi görünmeye çalışıyorum...
Hüzünleri özlemleri gözyaşlarımı aldanışlarımı
ve düş kırıklarımı saklıyorum kimsenin bilmediği yerlere...
Unutmasam da unutmuş gibi yapıyorum... Ve yine suspus oluyorum...


Bilsin istemiyorum kimse içimde “keşkeler” ile başlayan isyanlar
olduğunu anlasınlar istemiyorum görsünler istemiyorum acılarımı...
Satır aralarına gizliyorum yaşamak isteyip te yaşayamadıklarımı
konuşmak isteyip te anlatamadıklarımı...
Sıradan cümleler kullanmaya dikkat ediyorum anlasın istemiyorum
kimse gerçekte ne anlatmak istediğimi
ne fırtınalar koptuğunu içimde ne hesaplaşmalar yaşadığımı
kendimce bilsinler istemiyorum...


Söylenmemiş ve yaşanmamış o kadar çok şey var ki içimde sana dair
hepsini suskunluğuma hapsediyorum satır aralarına gizliyorum
sana söylemek istediklerimi...
Bir bilsen bir anlayabilsen neler haykırıyor suskunluğum...
Anlamayacak olsan da ben yine susuyorum ve noktalıyorum cümlelerimi...


Maskem yüzümde gece güne dönmek üzereyken
bende kalabalık yalnızlığıma feryatlar içindeki suskunluğuma
ve sahte bana geri dönüyorum...
Suskunluğun en acımasız olduğu zamanlardayım sadece susuyorum…

14 Mayıs 2010 Cuma

Kadınlar




Cam gibi kadınlar...
Elinizden kaydırıp kırarsanız onları, bir daha eskisi gibi olmazlar.
Hasar az bile olsa; dikkatli hiçbir gözden kaçmaz beceriksizce yapılmış tamirler.
Artık onu baş köşeye de koysanız, kırıktır işte.
Atlas halılarla döşeli salonlarda da oturtsanız; altın sulara da bulasanız, kırıktır.Kaprisinden değildir düzelmeyişi.
Bazen düzelmek bile istese camdan kalp tamir tutar mı?
Hassaslığı mıdır kadının suçu? Yoksa suçlu onu kıran mı?
Bir camın düşerken çıkardığı şangırtı bir kadının feryadıdır.
Kırıklar elbet batar kalbine kıranların.
Bir kadından camdan gözyaşları akar.
Dönüşü yoktur kırılan camdan kalplerin.
Kadınlar cam gibidir.
Camın ömrü; kırıldığı ana kadardır.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Ben Yalnızım




Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım,
Bir haykırsam belki duyulur sesim,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

Kaderim bu böyle yazılmış yazım,
Hiçkimsenin aşkında yoktur gözüm,
Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

Tatmadığım zevk kalmadı dünyada,
Hangi kalbe girdimse kaldı izim,
Taşa geçer kendime geçmez sözüm,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

Kaderim bu böyle yazılmış yazım,
Hiçkimsenin aşkında yoktur gözüm,
Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.


8 Mayıs 2010 Cumartesi

ANNEME ve Tüm ANNELERE




Annemin sadece bir gözü vardı. Öteki gözü çukurdu, yani yeri boştu.

Ondan nefret ediyordum. Çünkü bu durum beni arkadaşlarımın arasında utandırıyordu.


Babam, ben daha küçükken bir kazada öldüğünden, ailemizi geçindirmek de anneme kalmıştı. Bunun için okulda aşçılık yapıyordu.

İlk okulda iken bir gün annem bana “merhaba” demeye gelmişti. Sanki, yerin dibine geçmiştim. Bunu bana nasıl yapabilirdi.?

Onu görmezden geldim, ona nefretle bakarak oradan kaçtım..

Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım bana, “..Senin annenin sadece bir gözü var. Diğeri ne biçim.!” Dedi. Diğerleri de gülüşüyorlardı.

O anda yerin dibine girmek ve de annemin ortadan kaybolmasını istedim.

Bu yüzden, o gün onunla karşılaşınca dedim ki:

-“Beni gülünç duruma düşüreceğine, ölsen daha iyi!..”

Annem karşılık vermedi. Sadece, tek gözüyle bana biraz baktı ve uzaklaştı gitti...

Dediklerim hakkında bir saniye bile düşünmemiştim, çünkü çok kızmıştım. Onun duyguları beni hiç ilgilendirmiyordu. Onu evde istemiyordum ama ev onun üzerineydi..



Çok çalıştım, kendime yeter oldum, sonunda Singapur’a okumaya gittim.

Bir süre sonra da evlendim. Birikimime borç ekleyerek kendime bir ev aldım.

Daha sonra çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum. Annemi unutmuştum..

* * *

Bir gün annem bizi ziyarete gelmişti. Öyle ya, kaç yıldır beni görmemişti.

Kapıya gelince, çocuklarım tek gözlü birini görünce birden korktular, sonrada güldüler.

“Babaanneniz” diyemedim. İçeri girince ilk fırsatta ona:

-“Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin.? Buradan hemen git.!” Dedim.

Bu çıkışıma annem kısık bir sesle:

-“Kusura bakmayın, ben yanlış adrese geldim galiba.!” Dedi ve çıktı-gitti...

* * *

Aradan yine uzun bir zaman geçmişti.

Bir gün “mezunlar toplantısı” için okulumdan bir mektup aldım.

Karıma; “..iş seyahatine gidiyorum” diye bahane uydurdum.

Mezunlar toplantısından sonra, birden aklıma düştü.‘Sadece meraktan’ eski evime gittim.

Eski komşularımıza sorduğumda, “annemin öldüğünü” söylediler.

Önce biraz sevinç duyar gibi oldum ama içimde bir burukluk ve sızı hissettim.

Ben şaşkınca beklerken, “bana verilsin diye annemin bir mektup bıraktığını” söylediler.

Açtım ve okumaya başladım:

-En sevgili oğlum... Her zaman seni düşündüm.

Singapur’a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzüldüm..

Mezunlar gününde geleceksin diye çok sevindim ve bekledim.

Ama; “seni görmek için yataktan kalkabilir miyim” diye çok düşündüm..

Seni büyütürken, ‘tek gözümle’ sürekli bir utanç kaynağı olduğum için de üzgünüm..

Biliyor musun biricik oğlum..?

Sen küçücükken, babanla birlikte bir kaza geçirmiştin. Baban öldü fakat sen, bir gözünü kaybetmiştin.
Bir anne olarak, senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım..

Bu yüzden, babandan kalan tarlayı satarak, ameliyat masraflarına yatırdım.

İşte, şimdi o yeri boş olan gözüm var ya, onu sana vermiştim. Nakil çok başarılı geçmişti, hiç fark edilmiyordu.

“O gözle, biricik oğlum görüyor ya...” diye çok mutlu oluyordum. Ana yüreği ya oğul, sana “sen benim gözümle görüyorsun” diyemedim..

Başarılarından dolayı seninle o kadar gurur duyuyordum ki, bu bana yetiyordu.

Her şeye rağmen, sen benim oğlumsun.. Bütün sevgilerimle.. Annen.


Ben bu mektubu ayaküstü sessizce okurken, etrafımda toplanan komşularım gözlerini silerek, tek tek uzaklaşıyorlardı. Ortada öylece yalnız kala-kaldım..





Sol yanım çok acıyor anne.

Merhaba anne,

Yine ben geldim.

Merak etme okuldan çıktımda geldim.
Annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
Ali 'Okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder' demişti de
Onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen,
Sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte
Öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık Anne sağım neresi, solum neresi.
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne.
Hani geçen geldiğimde “şuram acıyor işte şuram” demiştim de
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
Bak şimdi söylüyorum
Şuram işte,

Sol yanım çok acıyor anne.
Hem de her gün acıyor anne her gün.
Dün sabah annesi Ayşe'nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi.
Zil çalınca öptü, “hadi yavrum sınıfa” dedi.
Bende ağladım,

Ağladım hiç de utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi.
“Düştüm dizim çok acıyor” dedim. yalan söyledim anne.
Dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
Bugün bende saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim.
Babam 'Ben bilmem ki kızım' dedi.
“Bari okula sen götür” dedim.
'Kızım, iş' dedi.

Bende “banane dedim, ağladım.
'Kızım, ekmek' dedi babam.
Sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
Ha bide sol yanım yine çok acıdı anne.
Herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
Zeynep 'annem beyazlara renkli çamaşır katmadan
yıkıyormuş' dedi.

Babam hepsini birlikte yıkıyor.
Babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Uff babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama
Arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
Biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne.
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
Duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını,
Çiçeklerini kim koparıyor.
İzin verme anne ne olur toprağına el sürdürme.
Eve gidince aklıma geliyor bide bunun için ağlıyorum anne.
Bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne her gelişimde aldığım topraklarını şu kavanozda biriktirdim.
Üzerine de resmini yapıştırıp başucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne.
Bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
Ha unutmadan,

Öğretmen yarın anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım.
Öğretmen anlarsa çok kızar ama banane kızarsa kızsın.
Ben seni hiç görmedim ki neyi, nasıl anlatacağım anne.
Senin adın geçince sol yanım acıyor anne.
Hiç bir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,

Sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.

Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,

Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim,

Anne çook.
..

Ayla Aydemir

6 Mayıs 2010 Perşembe

Aşka ve Terke Dair




Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz.
Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;
"Ölmek var, dönmek yok"tur.

* * *

Lakin gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz:
"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya.." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından...
Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
"Ya sev böyle ya da terket" diye gürler...

* * *

Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar mahkum eder.
Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...
"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.
İhanetten kırılmşıtır kaleminiz; severek, terk edersiniz...

* * *

"Madem öyle..."nin çağı başlar ondan sonra...
Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmiştir".
Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz.
Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...
Daha özgür olacağınız limanlara demirlerseniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini...
Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye...
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla...
"Bana ne... kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre...
Ama sonra... ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden...
Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi...
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...
Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...
Dönemezsiniz.
Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.

* * *

Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.
Sürünür gidersiniz.

Can Dündar

4 Mayıs 2010 Salı

Dut ağacı




Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç
vardı.
Kızın adı Tispe delikanlınınsa Piremus. Komşu olduklarından birlikte büyüdüler. Çocukça
başlayan aşk ateşi, serpildikçe onlarla birlikte büyüdü. Aileleri hiç
istemezdi görüşmelerini. Birbirlerine uygun olmadıkları düşünülürdü
nedense?
Oysa onlar ölesiye bir aşk beslemeye başladılar birbirlerine.
İkisinden başka kimselerin bilmediği bir sırları vardı. İki evin
arasındaki gizli çatlak.
Bazı geceler gizlice bu aralıkta buluşur, birbirlerine seslerini
duyurup aşklarını sözcüklere dökerlerdi.
Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe,
ağaca Piremus’dan önce varmıştı. Gittiğinde, avını yeni yemiş, ağzından
kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. Korkarak bir mağaraya
doğru koşmaya başladı. Boynundaki eşarp, farkında olmadan düşüverdi. O
sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup, kalmıştı. Kocaman
aslan, ağzında kanlarla birlikte, biricik sevgilisi Tispe’nin eşarbını
parçalıyordu. O an aklına gelen ilk ve tek şey, aslanın Tispe’yi öldürerek
yediğiydi. Tispe’siz yaşayamazdı. Aklından geçen, sadece aşkı uğruna
canına kıymaktı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Kanlar
içindeki cansız bedeni yere düştü. Tispe’yse korkusunu bir kenara atıp,
bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın
altına geldiğinde, o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus’un cansız
vücudu yerdeydi ve elinde Tispe’nin düşürdüğü eşarbı tutuyordu.
Tispe sevgidi gencin elindeki eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı
herşeyi. Tispe bir an bile düşünmeden hançeri çekip çıkardı ve kendi
göğsüne götürdü. yaşadıkları ölesiye derin bir aşktı ve onları ölüm bile
ayırmamalıydı. Az sonra sevgili Piremus’un bedeninin üstüne yığıldı.
O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin
üstünde duran ağacı, onların aşkına adadılar. Piremus’un kanını bu ağacın
meyvalarına, Tispe’nin gözyaşlarınıysa, ağacın yapraklarına verdiler. O
günden beri kara dutun çıkmayan lekesini, dut ağacının yaprakları
temizler..
Bilir misiniz dut ağacının meyvasının lekesi çıkmaz ama elinize ağacın
yaprağını alır ovuşturursanız, lekenin yok olduğunu görürsünüz

Tapınak Duvarından Alıntı




Bir tapınak duvarından;

Gürültü patırtının ortasında sessizce, sükunetle dolaş, sessizliğin içinde huzur var. Sakın bunu unutma.
Herkesle dost olmaya çalış.
Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık, unutmak olsun.
Bağışla ve unut.
Ama kimseye teslim olma.
İçten ol, telaşsız anlat.
Kısa açık ve net konuş.
Başkalarınada kulak ver.
Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları, çoÜkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Plan yap.
Başarılarının tadını çıkar.
Ne kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen. Hayattaki dayanağın işindir. Unutma. Sevebileceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, üretiminlede yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün!
Ve göründüğün gibi ol.
Sevmiyorsan eğer sever gibi yapma.........
Çevrene önerilerde bulun, asla hükmetmeye kalkma.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın sevgi konusunda yüzyıllardır öğrenebildiği kumsaldaki bir kum taneciği bile değildir.
Aşka sakın burun kıvırma.
Aşk nedir?
Çöl ortasındaki yemyeşil bahçedir. O bahçeye bakmayı hak etmiş bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli ilgiye, yardımA, bakıma, sevgiye ihtiyacI olduğunu da unutma.
Hayatta kaybedebilirsin.
Kaybetmeyi ahlaksızca bir kazanca tercih et.
Birincisinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı ideallar o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yıllar geçiyor.....
Geçecek.....
Yılların geçmesine öfkelenme.
Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamıyacağın şeylerin, yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremiyorsan, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir.
Arasıra....
Kendini tutamayabilirsin.
Yüreğini isyana kaptırabilirsin.
Fakat unutma;
Evreni yargılamak imkansızıdır.
Onun için kavgalarını sürdürürken bile. kendinle barış içinde ol...
Annenin seni doğurduğu saatlerde, sen ağlarken herkes sevinçle gülüyordu.
Öyle bir ömür geçir ki, sen öldüğünde herkes ağlasın.
Sabırlı ve sevecen ol.
Erdemini yitirme.

Eninde sonunda sahip olduğun tek servet yine kendinsin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik mekânıdır.

Her aşk kendi masalını yarattı




Her aşk kendi masalını yarattı, Seni perilere beni kaf dağının ardına attı

Üç gündür evden çıkmadım
Telefonlarını açmadım
Seni üzeyim derken
Gitgide sana bağlandım

Yani kendi kalbime bir çelme taktım

Sensiz olamam yaşayamam ki
Bir gece dargın kalsak uyuyamam ki

Bakma kızınca sana gurur yaptığıma
Aşk dolanır seni görünce ayaklarıma

Sustum yüzüm benzim soldu
Herkes beni senden sordu
Üç beş saat derken
Bak yine akşam oldu

Yani olan yine aşka oldu

Sensiz olamam yaşayamam ki
Bir gece dargın kalsak uyuyamam ki
Bakma kızınca sana gurur yaptığıma
Aşk dolanır seni görünce ayaklarıma

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Temizlik İşçisi




İşsizin biri, temizlik işleri için Microsofta başvurur. İnsan Kaynakları, bir ön görüşmenin ardından test yeri temizlemek yaparlar ve işe alındın, e-mail adresini ver, sana başvuru formunu göndereyim, aynı zamanda, işe başlamak için geleceğin günü bildiririm der. Adam çaresiz, bilgisayarının, ve dolayısı ile e-mail adresinin olmadığını söyler. İnsan Kaynaklarından, onun adına üzüldüklerini, fakat e-maili yoksa, kendisinin de var olmadığını ve kendisi de olmadığı için ise alınamayacağını söylerler. Adam umutsuzca, ne yapacağını bilmeden, cebinde sadece 10$ ile çıkar. Ve bir markete girerek 10 kiloluk bir kasa domates alır. Kapı kapı dolaşarak, 2 saat içerisinde sermayesini ikiye katlar. İşlemi birkaç kez daha tekrar eder ve akşam eve döndüğünde 60$ı vardır. Ve bu şekilde yaşayabileceğini anlar, her sabah erkenden evinden çıkar ve aksam geç saatlere kadar çalışır, ve her gün parasını üçe, dörde katlar. Az bir zaman sonra, bir el arabası alır, bunu bir kamyonla değiştirir ve bir süre sonra artık, bir çok araçtan . oluşan bir nakliye şirketi sahibidir. 5 sene geçer, adamımız Birleşik Devletlerin en büyük gıda nakliye şirketlerinden bir tanesinin sahibidir artık. Artık ailesini ve geleceğini düşünmektedir, ve hayat sigortası yaptırmaya karar verir. Bir sigorta şirketini arar, kendine uygun bir plan seçer ve konuşma biterken, sigortacı, teklifi gönderebilmek için adamın e-mail adresini . ister. Adam e-mail inin olmadığını söyler.Şaşırtıcı, der sigortacı, e-mailiniz yok ve bu hanedanlığı kurabildiniz, düşünün, ya bir de e-mail adresiniz olsaydı.. Adam düşünür ve şu cevabı verir: Microsoftta temizlikçi olurdum.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Adam Gibi Adam






Mangal gibi yürek olacak adam dediğinde. Öyle her patırtıya pabuç bırakmayacak. Bakışından toz olacak, bakışıyla şad olacaksın. Bakmayacaksın beylik laflar etmediğine, bileceksin ki yeri ve zamanı geldiğinde icraatıyla konuşacak.Adam dediğin konuşacağı yerde susup, susacağı yerde konuşmayacak. Az ama öz konuşacak. Kodum mu oturtacak tek bir lafıyla. Sözünü sohbetini dinletecek. Espriyle vakar, ciddiyetle saygı arasındaki çizgiyi ince çizecek. Sesindeki tını dan ayırt edebileceksin sevincini, kederini

Adam dediğin yüce gönüllü olacak. Öyle her koşana, her zorlayana açmayacak yüreğinin kapılarını. İki cicim bicime kanmayacak. Dudaktan dökülenle yürekten akanın ayrımına varabilecek. Yalnız kalmayı becerebilecek. Hayatın her evresinde kendi kendine yetebilecek. Duygusal karmaşalarda hata üstüne hata yapmayacak. Şişenin dibini de görecek gerekirse. Ama illa ki ağzıyla içecek. Acıyı da mutluluğu da Allahına kadar yaşamayı bilecek adam dediğin.

Kendine özgü bir duruşu olacak adam dediğinin. Örneğin merhametle şecaatin, sadakatle ihanetin, cehaletle nedametin ayrımına varabilecek. Söyledikleriyle yaptıkları çelişmeyecek.
Doğal olacak adam dediğin. İşine geldiği gibi davranmayacak. Özü neyse sözü de o olacak. Kırk yerinden eğip bükmeyecek lafı. Söylemeden önce ölçüp biçecek, söylediğinde de sözünün arkasında durmayı bilecek.

Adam dediğinde izzet– i nefis olacak. Midesi değil, yüreği geniş olacak. Kadını önce ana bilecek. Kızına da oğlu kadar evlat diyebilecek. Bacım dediğine meyil etmeyecek. Yar dediğini sahiplenecek. Duracağı yeri de durduracağı yeri de bilecek. Öyle kazanında her şey kaynamayacak.

Sevmeyi bilecek adam dediğin. Aşkın belden aşağıda değil sol yanında olduğunun farkında olacak. Ruhundaki tek korku sevdiğini incitmek, kaybetmek olacak. Yar yâdına düşende yaprak gibi titreyecek.

Adam dediğin haysiyetli olacak. ‘’Ben erkeğim yaparım!’’, demeyecek. Namusun bacak arasında değil yürekle beyin arasındaki o devasa arena da olduğunu bilecek. Sapla samanı karıştırmayacak. Yürekte başka, parmakta başka yüzük taşımayacak. Bir gönüle iki Leyla sığdırmaya kalkacak kadar aptal olmayacak.

Adam dediğin zeki olacak ve ikinci kez kandırılamayacak kadar da akıllı. Kadınca entrikaları yemeyecek. Bir lafı anlatana kadar kırk deveyi hendekten atlatmayacaksın. Sen konuşurken yüzüne bakacak. Sustuklarını da gözlerinden okuyacak.

Adam dediğin ağlamaktan korkmayacak. Takılmayacak öyle erkek dediğin safsatalarına. Vara yoğa değil elbette. Ama ağlamanın kadına değil, insana özgü bir davranış olduğunun da bilincinde olacak. Gocunmadan ağlayacak gerektiğinde.

Adam dediğin derin olacak. Derinliklerinde gezinebilecek, lakin kaybolmayacaksın. En bildiğini sandığın şeyi aslında hiç bilmediğini gösterecek kadar derin olacak. Ve başını döndürecek kadar gizemli. Bileceksin ki bir okyanusta yüzüyorsun. Her kulaç atışında enginlere yol alacaksın. Unutmayacaksın muhteşem güzelliklere gidilen yolda yunuslar da var köpek balıkları da. Onun seni kaybetmekten korktuğu kadar sende korkacaksın yitirmekten. Aidiyet sınırına tecavüz etmeden bağlı kalacaksın.

Okuyacak adam dediğin ama öyle laf olsun diye değil, bilinçli okuyacak. Elif i görünce övendere sanmayacak. Sadece tarzını değil bilakis tarzı olmayanı da okuyacak ki duruşunun hakkını verebilsin. Küçük veya büyük bir kütüphanesi olacak örneğin ve her konuda az çok söyleyebileceği bir sözü. Amma velâkin şiire Fransız kalmayacak. Ya yazacak ya okuyacak ya da dinlemekten keyif alacak.

Adam dediğin utanmayı bilecek. Arın, edebin insana mahsus meziyetler olduğunu aklından çıkarmayacak. Erkeklik kisvesine sığınıp her şeyin mubah olduğu yanlışına düşmeyecek. Dejenere olmayacak adam dediğin. Biraz çocuk, biraz baba, biraz abi, çokça da sevgili olacak. Amma illa ki biraz ukala olacak. Farkının farkındalığından kaynaklanan, küstahlık sınırına asla dayanmayan, zekâ ve aklın birleşiminden mürekkep ukalalıklar biçilmiş kaftan gibi cuk diye oturacak üzerine. Ve sen ukalalığın böylesine şık duruşuna şapka çıkaracaksın.

Adam dediğin kale gibi duracak. Korkmadan dönebileceksin arkanı. Bileceksin ki, o vurursa alnının ortasından vurur. Sırtından değil.. Cümle âlem tersini iddia etse de, o öyle diyorsa öyle olduğuna şeksiz şüphesiz inanacaksın. Aklın sadece özlediğin için onda olacak. Nerdedir, kiminledir krizlerine girmeyeceksin. Bilecek sin ki nerede olursa olsun seninledir.

Adam dediğinin detayları olacak. Senin bile farkında olmadığın ayrıntıları fark edecek. Şaşırtmayı da, şımartmayı da bilecek. Her haliyle içine sinecek, her halinle içine sindiğini bilmenin huzurunu duyacaksın

Adam dediğin;
Sarılacağı ve saracağı
Koşacağı ve duracağı
İşiteceği ve duyacağı
Bakacağı ve göreceği
Dinleyeceği ve anlayacağı
Sezeceği ve bileceği
Gideceği ve kalacağı zamanın ayrımında olacak

Erkek olarak doğmak yazgıdır elbette. Ama adam olabilmektedir marifet. Her erkek adam değildir. Fakat her adam da sadece erkek değildir. Tıpkı,her kadının ana olamadığı gibi..
Çünkü adam olmak, aslında insan olmaktır.
Bu yüzdendir
Adam gibi adama da, adam gibi kadın gerekir..

28 Mayıs 2010 Cuma

Anneye Sürpriz





Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.


Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-Ya gelmezse, ya izin alamadıysa. ” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.


Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı. . Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; ” Bu telaşın niye?” diye. Ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.


Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de. . ” İçinde sıkıntı artmaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh. . yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse. . ” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı. , ekranına baktı, arayan oğluydu.
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu;
-Alo. .
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim.
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.
-Öyle mi yavrucuğum.
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.
-Sen sen. . bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah. . kapı çalıyor, sanırım baban geldi.
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım.
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

21 Mayıs 2010 Cuma

SADECE SUSUYORUM




Suskunluğun en acımasız olduğu zamanlardayım bu günlerde...
Sadece susuyorum ve uzaktan izliyorum bir sevdanın hazin intiharını...
Dirhem dirhem kan damlıyor açık yaralarımdan ve
her damlada bir umut eksiliyor damarlarımdan...


Susmak yakıştı sanırım bana artık kimse yadırgamıyor beni
ve suçlamıyor bir zalimi sevdiğim için...
Beni unutanı unutamadığım için ayıplamıyor kimse...
Yüzümde mutluluk denen maske dilimde yalandan sevda şarkıları ve
hiç gelmeyecek güzel günleri beklermiş gibi yapıyorum...


Ağlamıyorum artık halka açık mekânlarda...
Hiçbir çaba sarf etmiyorum sadece susuyorum...
Herkes bir anlam katıyor susuşuma her kafadan bir ses çıkıyor...
Kimileri “delirmiş bu” diyor kimileri “aklı başına gelmiş” kimileri “unuttu artık” diyor
kimileri “ölsede unutamaz” ben ise sadece susuyorum...


Ne varsa yaşamak istediğim içimde yaşıyorum...
Kimi zaman geceyi bekliyorum maskemi çıkarmak için kimi zaman
bir deniz kıyısına atıyorum kendimi yada adını yolunu bilmediğim caddelere...
Hüzünlerimle baş başa kalıyorum kendim olabilmek için acılarımla yüzleşiyorum...
İçime akıttığım gözyaşlarını denize boşaltıyorum kimseler görmeden...


Yitirdiğim umutlarımın arkasında türküler yakıyorum kimsenin bilmediği...
Giden sevgiliye şiirler okuyorum kafiyesiz beklide anlamsız yada
benden başka kimsenin anlayamayacağı...
Özlemlerimi özgür bırakıyorum salıveriyorum gökyüzüne
belki özlediğime giderler kendilerini gösterirler
ve tarif ederler özlenene nasıl özlendiğini ama
nafile özlemlerimde dilsiz benim gibi onlarda suskun artık...


Eski ve kimsenin bilmediği yerlere sakladığım resimlere bakıyorum
herkesin yaktığımı sandığı hatıralarla baş başa kalıyorum hatıralar da suskun
ve bendeki resmin artık bana bakmıyor...
Hasretlere kafa tutuyorum cesaretim yok aslında
ve güçsüzüm karşısında ama dedim ya kendim olmak için mecburum buna...


Kendime bakıyorum uzaktan isyanlarım bile suspus olmuş kendi halinde...
Hesap bile soramıyorum artık sevgiden...
Birkaç soru var aslında dilimde neden severken onsuz oldum?
Neden o onu sevmeyene gitti? Ölümüne sevilmek varken
neden sevgi dilenmek istedi anlayışsız ellerden?


Pardon ama aşk iki kişilik değimliydi iki kişinin derdi neden bir bana yüklendi?
Peki şimdi nerde neden unuttu her şeyi?
Hanilerle devam eden ve uzayıp giden ama bir türlü sorulamayan sorulsa da
cevaplanmayacak sorularım...
Gece güne dönmek üzereyken takıyorum yine maskemi ve suskunluğumu geçiriyorum bedenime


İnsan içine karışıyorum herkes gibi görünmeye çalışıyorum...
Hüzünleri özlemleri gözyaşlarımı aldanışlarımı
ve düş kırıklarımı saklıyorum kimsenin bilmediği yerlere...
Unutmasam da unutmuş gibi yapıyorum... Ve yine suspus oluyorum...


Bilsin istemiyorum kimse içimde “keşkeler” ile başlayan isyanlar
olduğunu anlasınlar istemiyorum görsünler istemiyorum acılarımı...
Satır aralarına gizliyorum yaşamak isteyip te yaşayamadıklarımı
konuşmak isteyip te anlatamadıklarımı...
Sıradan cümleler kullanmaya dikkat ediyorum anlasın istemiyorum
kimse gerçekte ne anlatmak istediğimi
ne fırtınalar koptuğunu içimde ne hesaplaşmalar yaşadığımı
kendimce bilsinler istemiyorum...


Söylenmemiş ve yaşanmamış o kadar çok şey var ki içimde sana dair
hepsini suskunluğuma hapsediyorum satır aralarına gizliyorum
sana söylemek istediklerimi...
Bir bilsen bir anlayabilsen neler haykırıyor suskunluğum...
Anlamayacak olsan da ben yine susuyorum ve noktalıyorum cümlelerimi...


Maskem yüzümde gece güne dönmek üzereyken
bende kalabalık yalnızlığıma feryatlar içindeki suskunluğuma
ve sahte bana geri dönüyorum...
Suskunluğun en acımasız olduğu zamanlardayım sadece susuyorum…

14 Mayıs 2010 Cuma

Kadınlar




Cam gibi kadınlar...
Elinizden kaydırıp kırarsanız onları, bir daha eskisi gibi olmazlar.
Hasar az bile olsa; dikkatli hiçbir gözden kaçmaz beceriksizce yapılmış tamirler.
Artık onu baş köşeye de koysanız, kırıktır işte.
Atlas halılarla döşeli salonlarda da oturtsanız; altın sulara da bulasanız, kırıktır.Kaprisinden değildir düzelmeyişi.
Bazen düzelmek bile istese camdan kalp tamir tutar mı?
Hassaslığı mıdır kadının suçu? Yoksa suçlu onu kıran mı?
Bir camın düşerken çıkardığı şangırtı bir kadının feryadıdır.
Kırıklar elbet batar kalbine kıranların.
Bir kadından camdan gözyaşları akar.
Dönüşü yoktur kırılan camdan kalplerin.
Kadınlar cam gibidir.
Camın ömrü; kırıldığı ana kadardır.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Ben Yalnızım




Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım,
Bir haykırsam belki duyulur sesim,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

Kaderim bu böyle yazılmış yazım,
Hiçkimsenin aşkında yoktur gözüm,
Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

Tatmadığım zevk kalmadı dünyada,
Hangi kalbe girdimse kaldı izim,
Taşa geçer kendime geçmez sözüm,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

Kaderim bu böyle yazılmış yazım,
Hiçkimsenin aşkında yoktur gözüm,
Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.


8 Mayıs 2010 Cumartesi

ANNEME ve Tüm ANNELERE




Annemin sadece bir gözü vardı. Öteki gözü çukurdu, yani yeri boştu.

Ondan nefret ediyordum. Çünkü bu durum beni arkadaşlarımın arasında utandırıyordu.


Babam, ben daha küçükken bir kazada öldüğünden, ailemizi geçindirmek de anneme kalmıştı. Bunun için okulda aşçılık yapıyordu.

İlk okulda iken bir gün annem bana “merhaba” demeye gelmişti. Sanki, yerin dibine geçmiştim. Bunu bana nasıl yapabilirdi.?

Onu görmezden geldim, ona nefretle bakarak oradan kaçtım..

Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım bana, “..Senin annenin sadece bir gözü var. Diğeri ne biçim.!” Dedi. Diğerleri de gülüşüyorlardı.

O anda yerin dibine girmek ve de annemin ortadan kaybolmasını istedim.

Bu yüzden, o gün onunla karşılaşınca dedim ki:

-“Beni gülünç duruma düşüreceğine, ölsen daha iyi!..”

Annem karşılık vermedi. Sadece, tek gözüyle bana biraz baktı ve uzaklaştı gitti...

Dediklerim hakkında bir saniye bile düşünmemiştim, çünkü çok kızmıştım. Onun duyguları beni hiç ilgilendirmiyordu. Onu evde istemiyordum ama ev onun üzerineydi..



Çok çalıştım, kendime yeter oldum, sonunda Singapur’a okumaya gittim.

Bir süre sonra da evlendim. Birikimime borç ekleyerek kendime bir ev aldım.

Daha sonra çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum. Annemi unutmuştum..

* * *

Bir gün annem bizi ziyarete gelmişti. Öyle ya, kaç yıldır beni görmemişti.

Kapıya gelince, çocuklarım tek gözlü birini görünce birden korktular, sonrada güldüler.

“Babaanneniz” diyemedim. İçeri girince ilk fırsatta ona:

-“Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin.? Buradan hemen git.!” Dedim.

Bu çıkışıma annem kısık bir sesle:

-“Kusura bakmayın, ben yanlış adrese geldim galiba.!” Dedi ve çıktı-gitti...

* * *

Aradan yine uzun bir zaman geçmişti.

Bir gün “mezunlar toplantısı” için okulumdan bir mektup aldım.

Karıma; “..iş seyahatine gidiyorum” diye bahane uydurdum.

Mezunlar toplantısından sonra, birden aklıma düştü.‘Sadece meraktan’ eski evime gittim.

Eski komşularımıza sorduğumda, “annemin öldüğünü” söylediler.

Önce biraz sevinç duyar gibi oldum ama içimde bir burukluk ve sızı hissettim.

Ben şaşkınca beklerken, “bana verilsin diye annemin bir mektup bıraktığını” söylediler.

Açtım ve okumaya başladım:

-En sevgili oğlum... Her zaman seni düşündüm.

Singapur’a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzüldüm..

Mezunlar gününde geleceksin diye çok sevindim ve bekledim.

Ama; “seni görmek için yataktan kalkabilir miyim” diye çok düşündüm..

Seni büyütürken, ‘tek gözümle’ sürekli bir utanç kaynağı olduğum için de üzgünüm..

Biliyor musun biricik oğlum..?

Sen küçücükken, babanla birlikte bir kaza geçirmiştin. Baban öldü fakat sen, bir gözünü kaybetmiştin.
Bir anne olarak, senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım..

Bu yüzden, babandan kalan tarlayı satarak, ameliyat masraflarına yatırdım.

İşte, şimdi o yeri boş olan gözüm var ya, onu sana vermiştim. Nakil çok başarılı geçmişti, hiç fark edilmiyordu.

“O gözle, biricik oğlum görüyor ya...” diye çok mutlu oluyordum. Ana yüreği ya oğul, sana “sen benim gözümle görüyorsun” diyemedim..

Başarılarından dolayı seninle o kadar gurur duyuyordum ki, bu bana yetiyordu.

Her şeye rağmen, sen benim oğlumsun.. Bütün sevgilerimle.. Annen.


Ben bu mektubu ayaküstü sessizce okurken, etrafımda toplanan komşularım gözlerini silerek, tek tek uzaklaşıyorlardı. Ortada öylece yalnız kala-kaldım..





Sol yanım çok acıyor anne.

Merhaba anne,

Yine ben geldim.

Merak etme okuldan çıktımda geldim.
Annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
Ali 'Okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder' demişti de
Onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen,
Sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte
Öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık Anne sağım neresi, solum neresi.
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne.
Hani geçen geldiğimde “şuram acıyor işte şuram” demiştim de
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
Bak şimdi söylüyorum
Şuram işte,

Sol yanım çok acıyor anne.
Hem de her gün acıyor anne her gün.
Dün sabah annesi Ayşe'nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi.
Zil çalınca öptü, “hadi yavrum sınıfa” dedi.
Bende ağladım,

Ağladım hiç de utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi.
“Düştüm dizim çok acıyor” dedim. yalan söyledim anne.
Dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
Bugün bende saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim.
Babam 'Ben bilmem ki kızım' dedi.
“Bari okula sen götür” dedim.
'Kızım, iş' dedi.

Bende “banane dedim, ağladım.
'Kızım, ekmek' dedi babam.
Sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
Ha bide sol yanım yine çok acıdı anne.
Herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
Zeynep 'annem beyazlara renkli çamaşır katmadan
yıkıyormuş' dedi.

Babam hepsini birlikte yıkıyor.
Babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Uff babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama
Arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
Biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne.
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
Duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını,
Çiçeklerini kim koparıyor.
İzin verme anne ne olur toprağına el sürdürme.
Eve gidince aklıma geliyor bide bunun için ağlıyorum anne.
Bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne her gelişimde aldığım topraklarını şu kavanozda biriktirdim.
Üzerine de resmini yapıştırıp başucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne.
Bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
Ha unutmadan,

Öğretmen yarın anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım.
Öğretmen anlarsa çok kızar ama banane kızarsa kızsın.
Ben seni hiç görmedim ki neyi, nasıl anlatacağım anne.
Senin adın geçince sol yanım acıyor anne.
Hiç bir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,

Sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.

Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,

Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim,

Anne çook.
..

Ayla Aydemir

6 Mayıs 2010 Perşembe

Aşka ve Terke Dair




Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz.
Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;
"Ölmek var, dönmek yok"tur.

* * *

Lakin gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz:
"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya.." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından...
Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
"Ya sev böyle ya da terket" diye gürler...

* * *

Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar mahkum eder.
Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...
"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.
İhanetten kırılmşıtır kaleminiz; severek, terk edersiniz...

* * *

"Madem öyle..."nin çağı başlar ondan sonra...
Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmiştir".
Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz.
Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...
Daha özgür olacağınız limanlara demirlerseniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini...
Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye...
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla...
"Bana ne... kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre...
Ama sonra... ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden...
Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi...
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...
Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...
Dönemezsiniz.
Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.

* * *

Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.
Sürünür gidersiniz.

Can Dündar

4 Mayıs 2010 Salı

Dut ağacı




Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç
vardı.
Kızın adı Tispe delikanlınınsa Piremus. Komşu olduklarından birlikte büyüdüler. Çocukça
başlayan aşk ateşi, serpildikçe onlarla birlikte büyüdü. Aileleri hiç
istemezdi görüşmelerini. Birbirlerine uygun olmadıkları düşünülürdü
nedense?
Oysa onlar ölesiye bir aşk beslemeye başladılar birbirlerine.
İkisinden başka kimselerin bilmediği bir sırları vardı. İki evin
arasındaki gizli çatlak.
Bazı geceler gizlice bu aralıkta buluşur, birbirlerine seslerini
duyurup aşklarını sözcüklere dökerlerdi.
Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe,
ağaca Piremus’dan önce varmıştı. Gittiğinde, avını yeni yemiş, ağzından
kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. Korkarak bir mağaraya
doğru koşmaya başladı. Boynundaki eşarp, farkında olmadan düşüverdi. O
sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup, kalmıştı. Kocaman
aslan, ağzında kanlarla birlikte, biricik sevgilisi Tispe’nin eşarbını
parçalıyordu. O an aklına gelen ilk ve tek şey, aslanın Tispe’yi öldürerek
yediğiydi. Tispe’siz yaşayamazdı. Aklından geçen, sadece aşkı uğruna
canına kıymaktı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Kanlar
içindeki cansız bedeni yere düştü. Tispe’yse korkusunu bir kenara atıp,
bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın
altına geldiğinde, o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus’un cansız
vücudu yerdeydi ve elinde Tispe’nin düşürdüğü eşarbı tutuyordu.
Tispe sevgidi gencin elindeki eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı
herşeyi. Tispe bir an bile düşünmeden hançeri çekip çıkardı ve kendi
göğsüne götürdü. yaşadıkları ölesiye derin bir aşktı ve onları ölüm bile
ayırmamalıydı. Az sonra sevgili Piremus’un bedeninin üstüne yığıldı.
O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin
üstünde duran ağacı, onların aşkına adadılar. Piremus’un kanını bu ağacın
meyvalarına, Tispe’nin gözyaşlarınıysa, ağacın yapraklarına verdiler. O
günden beri kara dutun çıkmayan lekesini, dut ağacının yaprakları
temizler..
Bilir misiniz dut ağacının meyvasının lekesi çıkmaz ama elinize ağacın
yaprağını alır ovuşturursanız, lekenin yok olduğunu görürsünüz

Tapınak Duvarından Alıntı




Bir tapınak duvarından;

Gürültü patırtının ortasında sessizce, sükunetle dolaş, sessizliğin içinde huzur var. Sakın bunu unutma.
Herkesle dost olmaya çalış.
Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık, unutmak olsun.
Bağışla ve unut.
Ama kimseye teslim olma.
İçten ol, telaşsız anlat.
Kısa açık ve net konuş.
Başkalarınada kulak ver.
Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları, çoÜkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Plan yap.
Başarılarının tadını çıkar.
Ne kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen. Hayattaki dayanağın işindir. Unutma. Sevebileceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, üretiminlede yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün!
Ve göründüğün gibi ol.
Sevmiyorsan eğer sever gibi yapma.........
Çevrene önerilerde bulun, asla hükmetmeye kalkma.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın sevgi konusunda yüzyıllardır öğrenebildiği kumsaldaki bir kum taneciği bile değildir.
Aşka sakın burun kıvırma.
Aşk nedir?
Çöl ortasındaki yemyeşil bahçedir. O bahçeye bakmayı hak etmiş bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli ilgiye, yardımA, bakıma, sevgiye ihtiyacI olduğunu da unutma.
Hayatta kaybedebilirsin.
Kaybetmeyi ahlaksızca bir kazanca tercih et.
Birincisinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı ideallar o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yıllar geçiyor.....
Geçecek.....
Yılların geçmesine öfkelenme.
Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamıyacağın şeylerin, yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremiyorsan, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir.
Arasıra....
Kendini tutamayabilirsin.
Yüreğini isyana kaptırabilirsin.
Fakat unutma;
Evreni yargılamak imkansızıdır.
Onun için kavgalarını sürdürürken bile. kendinle barış içinde ol...
Annenin seni doğurduğu saatlerde, sen ağlarken herkes sevinçle gülüyordu.
Öyle bir ömür geçir ki, sen öldüğünde herkes ağlasın.
Sabırlı ve sevecen ol.
Erdemini yitirme.

Eninde sonunda sahip olduğun tek servet yine kendinsin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik mekânıdır.

Her aşk kendi masalını yarattı




Her aşk kendi masalını yarattı, Seni perilere beni kaf dağının ardına attı

Üç gündür evden çıkmadım
Telefonlarını açmadım
Seni üzeyim derken
Gitgide sana bağlandım

Yani kendi kalbime bir çelme taktım

Sensiz olamam yaşayamam ki
Bir gece dargın kalsak uyuyamam ki

Bakma kızınca sana gurur yaptığıma
Aşk dolanır seni görünce ayaklarıma

Sustum yüzüm benzim soldu
Herkes beni senden sordu
Üç beş saat derken
Bak yine akşam oldu

Yani olan yine aşka oldu

Sensiz olamam yaşayamam ki
Bir gece dargın kalsak uyuyamam ki
Bakma kızınca sana gurur yaptığıma
Aşk dolanır seni görünce ayaklarıma

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Temizlik İşçisi




İşsizin biri, temizlik işleri için Microsofta başvurur. İnsan Kaynakları, bir ön görüşmenin ardından test yeri temizlemek yaparlar ve işe alındın, e-mail adresini ver, sana başvuru formunu göndereyim, aynı zamanda, işe başlamak için geleceğin günü bildiririm der. Adam çaresiz, bilgisayarının, ve dolayısı ile e-mail adresinin olmadığını söyler. İnsan Kaynaklarından, onun adına üzüldüklerini, fakat e-maili yoksa, kendisinin de var olmadığını ve kendisi de olmadığı için ise alınamayacağını söylerler. Adam umutsuzca, ne yapacağını bilmeden, cebinde sadece 10$ ile çıkar. Ve bir markete girerek 10 kiloluk bir kasa domates alır. Kapı kapı dolaşarak, 2 saat içerisinde sermayesini ikiye katlar. İşlemi birkaç kez daha tekrar eder ve akşam eve döndüğünde 60$ı vardır. Ve bu şekilde yaşayabileceğini anlar, her sabah erkenden evinden çıkar ve aksam geç saatlere kadar çalışır, ve her gün parasını üçe, dörde katlar. Az bir zaman sonra, bir el arabası alır, bunu bir kamyonla değiştirir ve bir süre sonra artık, bir çok araçtan . oluşan bir nakliye şirketi sahibidir. 5 sene geçer, adamımız Birleşik Devletlerin en büyük gıda nakliye şirketlerinden bir tanesinin sahibidir artık. Artık ailesini ve geleceğini düşünmektedir, ve hayat sigortası yaptırmaya karar verir. Bir sigorta şirketini arar, kendine uygun bir plan seçer ve konuşma biterken, sigortacı, teklifi gönderebilmek için adamın e-mail adresini . ister. Adam e-mail inin olmadığını söyler.Şaşırtıcı, der sigortacı, e-mailiniz yok ve bu hanedanlığı kurabildiniz, düşünün, ya bir de e-mail adresiniz olsaydı.. Adam düşünür ve şu cevabı verir: Microsoftta temizlikçi olurdum.

Popüler Yayınlar