29 Aralık 2010 Çarşamba

Y-O-R-U-L-D-U-M....






Yoruldum; anlaşılmamaktan,
Sevdiklerimi, sevenlerimi "dost" yapmaya çalışmaktan,
Yüreğime kulak tıkayıp mantıklı olmaya çalışmaktan,
Haksız ithamlarla yaralanmaktan yoruldum;
...Sevgime hak ettiği değeri bulamamaktan,
...Güzel bildigim insanları bir bir hayatımdan çıkarmaktan,
Sevdiğim gibi sevilmeyip, sevmeyi isteyip de sevememekten,
İncinmekten, yalnızlıktan, gözyaşlarından...
Yoruldum;
Dostluk limanımda huzur bulmayan okyanusun, beni bilmeden yaralamasından.
Camdan bir vazo olan yüreğimin,
Her defasında parmaklarımın arasından kayıp tuzla buz olmasından.
Dipsiz bir sevgi kuyusu bulduğunu zanneden sevgi çiceğimin,
Umutsuzca solmasından,
Y- O - R - U - L - D - U - M ...

Bilmek İstiyorum






Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor
Neyi özlediğini,
Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor
Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için
Bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum

Ay'ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığın, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum

Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek stiyorum

Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum

Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor
Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum

Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum
Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum
Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını;
Bir gölün kenarında durup gümüş Ay'a "EVET!" diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum

Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğun beni ilgilendirmiyor
Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan,
çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum
Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor
Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum

Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor
Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını, ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum..

Oriah Mountain Dreamer
(Kanadalı Bir Kızılderili)

27 Aralık 2010 Pazartesi

Küçük Bir Aşk Masalı









Ne olur bak bana biraz

Çocukmuyum değilmiyim

Sen küçücük güzel bebek

Öyle olsa sevmeyi bilirmisin



Olmaz küçücüksün

Yüreğim genç umut dolu

Özlem bu olurya

Buluruz belki mutluluğu



Deliler gibi seviyorum bak

Sana söz ömür boyu sürecek

Ne hayal ne düş nede yalan yok

Bizim bizim gelecek



Ne olur biraz unutup kalsa

Ne olur rüyaya dalsa

Ne olur gerçek olsa masallar

Ya da biz masal olsak



Söyleyenler : Özdemir Erdoğan, Sezen Aksu

24 Saatim






06:00 Günaydın yeni gün, günaydın sigaram.
Sabah sigarasını içmeden afyonum patlamıyor. Sigaradan sonra duş ve traş faslı var. 06:20 de bir gün önceden oğlumla kararlaştırılan kahvaltı hazırlığına başlarım. 06:40-07:00 arası oğlumu uyandırma mücadelesi :). 07:30 Oğlumun servisi kapıya gelir. Onu gönderince bir sigara molası, sonra kızımın kahvaltısının hazırlığına geçerim. 07:40-08:00 kızımı uyandırma mücadelesi başlar. 08:25 te Kızımı gönderirim. Onun okulu eve 200 metre mesafede olduğu için daha rahat. Sabah bulaşıkları, odaların ve yatakların toplanması, genel temizlik ve etrafı toplama, kedimiz Köpük'ün mamasını suyunu değiştirme, tuvaletini temizleme faslından sonra 09:00-09:30 arası işyerimde olurum. İşyerim evimin hemen yanındaki bina :) Yürüyerek 1 dakika arabayla 2 dakika sürüyor. Haftasonları arabayı apartmanın önünde bıraktığımda mecburen arabayla gidiyorum ve daha uzun sürüyor yol. İşyerinin genel kontrolü, hasta hayvanların ilaçlarının mamalarının verilmesi vs den sonra kahve- sigara molası. Daha sonra maillere bakma, face te gezinme bloğu kontrol etme ve varsa yazılacak yazı onu yazma faslından sonra randevulu hastalarla görüşmelerim olur. Öğle arası yemek ve varsa dışarıdaki işler halledilir.

Boş vakitlerde gazete, dergi, kitap ve internetle doldurulur. Yani hiç boş vaktim yok desem yeridir. Bazı insanlar görürüm, işyerinde otururken boş boş camdan dışarıyı seyrederler. Benim böyle bir lüksüm hiç olmadı. Mutlaka yapacak bir şeyler bulurum. Akşam dış hastaya gideceksem 17:30 da işyerinden çıkarım. Dış hastaya gitmeyeceksem 18:00 de ayrılırım klinikten. Market, manav, kasap faslından sonra bir gün önceden kafamda hazırladığım menü için eve geçerim. Benden bayanlara bir tavsiye: eğer yapmayı düşündüğünüz yemeklerin listesini buzdolabının kapağına liste halinde asarsanız çok kolaylık oluyor. Ben kahvaltılık menüsü ve akşam yemeği menüsü olarak iki ayrı liste yaptım ve yarın ne pişireyim derdi olmuyor. Listeden hemen seçiyorum bir gün öncesinden. Çocuklar sebze yemeklerini pek sevmediği için benim de işime geliyor kolay ve lezzetli yemekler. Henüz ev hanımlığının başlarındayım ama 3 ayda bir kez yemeğin altını yaktım sadece. Onda da bir taraftan ütü yapıyordum bir taraftan yemek yapıyordum çocuklarında yatma hazırlığı başlamıştı. Yemeği ocakta unutmuşum :). En geç 19:00 da yemek hazır oluyor. Yemekten sonra hep beraber sohbet ve televizyon faslımız oluyor. Yemekten hemen sonra içtiğim çay benim adeta benzinim. O çayı içmezsem yerimden kalkacak halim kalmıyor. O yüzden hemen çayımı demler, içerim. Saat 20:00 de çocuklar ikinci kez ders etüdüne giriyorlar :) Her seferinde homurdansalar da kurtuluşlarının olmadığını biliyorlar. Onlar ders çalışırken ben sofrayı toplayıp bulaşıkları hallediyorum. Meyvelerini, abur cuburlarını ve sıcak çikolatalarını hazırlarım. 21:00 - 21:30 arası hazırladıklarımı yeriz ve sohbet ederiz. Eğer sevdikleri bir proğram varsa televizyon izlerler. İzlemek istedikleri bir şey yoksa onlar laptoplarını alır internete girerler, kumanda da bana kalır. 21:30 da yatma hazırlığına başlanır ama 22:00 de yataklarına zor girerler. İkisininde yıllardır sürdürdüğü gzüel bir alışkanlığı var. Her gece kitap okurlar. 20-30 dakika kitap faslından sonra oğlum çoğunlukla kitap elinde uyur kalır, kızım ise uykuya geçeceğinde beni çağırır. Üzerini örterim, iyi geceler öpücüğünü veririm ve ışığını kapatırım. Tamaen kendime ayırdığım saat gelmiştir artık. İnternette yapılacak işlerim varsa onları yaparım, bloğumun günlük düzenlemeleri ve incelemelerine göz atarım. İnternet gezintim bitince TVden radyo Nostalji ya da Virgin radyo eşliğinde kitap okurum. Yarınki yemekler ve diğer işleri gözden geçirir, çocukları kontrol eder 24:00 - 01:00 arasında yatağıma yatarım.

Deliksiz uyku derler ya hani, işte uyuduğumda tam dedikleri gibi deliksiz bir uyku çekerim. Belkide bu yüzden 5-6 saat uyku bana yetiyor.

Şimdi belki içinizden "iyide bunlardan bize ne" diyenler çıkabilir. Beni okurken benim hakkımda olumlu ya da olumsuz yorumlarda bulunmadan önce benim hakkımda biraz da olsa bilginiz olsun istedim. Umarım sıkmamışımdır...

Not: Resimdeki ben değilim. Ben elektrikli süpürge kullanırım, benim çocuklar büyük ve de ben erkeğim. :)

AŞK BİTTİ





Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım

Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle...

Yazar : AHMET TELLİ

26 Aralık 2010 Pazar

Ücreti Ne Kadar?





Soğuk bir kış gecesinde eve dönerken, sarhoşa benzeyen bir adam gördüm. Bir sağa bir sola yalpalıyordu. Ve yanındaki direğe sarılmıştı.

Bir vitrine bakıyormuş gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim. Otuz yaşın üstünde olmalıydı. Kendisine biraz daha sokuldum. Üstü başı son derece temizdi. Yanındn geçen bazı kişiler, yüksek sesle konuşarak içki içmenin kötülüğünden bahsediyor, bazıları da alay edip gülüyorlardı.

Yavaşça yanına gidip:
- İyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyacınız var mı?

Dudaklarından, iniltiye benzeyen tek bir kelime çıktı:
- Hastayım!..

Düşmemesi için, bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Akşam vakitlerinde kesilen kar yağışı tekrar başlamış ve yavaş yavaş buzlanmaya başlayan yollarda, birbiriyle yarışan sokak köpeklerinin dışında bir hayat emaresi kalmamıştı.

Araba bulmaktan ümidimi kestiğim sırada, yanımda bir taksi duruverdi. Şoföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektiğini söyledim. Hastamızı arka koltuğa yatırarak hastaneye götürdük ve verilen serum tamamlanana kadar başucunda bekledik.

Nöbetçi doktor, hastayı en azından donmaktan kurtardığımızı ifade ediyor, genç adam ise, henüz konuşamadığı için, bize bakıp gülümsemekle yetiniyordu. Şoför de yanımdaydı... Hastamız bir süre sonra kendine geldi. Onu tekrar arabaya bindirip evine götürdük.

Hastamızın eşi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiğinden müthiş bir paniğe kapılmış ve oğlunu da alarak sokağa fırlamıştı. Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinç içinde kucaklaştılar.

Saatlerce süren yorgunluğumuzdan eser bile kalmamış, bize nasıl teşekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolmuştu.

Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumu sordum.

Başını sallayarak:
- Borçlu değil, alacaklısın dostum!.. dedi. Çünkü böyle bir iyiliğe beni de ortak ettin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bir adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için, alacaklı duruma düştün.

O mert adamla kucaklaşıp ayrılırken, gecenin ayazını hissetmiyor ve evime yürüyerek dönmek istiyordum.

Kim bilir? Belki de yolumun üzerinde, yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Derviş-i Virane





Nereden başlasam diye günlerdir düşünüyordum.
en iyisi önce biraz Derviş'i tanıtmak dedim kendi kendime.
Kimdir bu Derviş.
Ne yer, ne içer.
Yaşı başı kaç.
Evli mi bekar mı?
Evli ise çoluk çocuk ne alemde?
Ne iş yapar, neleri sever nelere kızar?

İyi kızı el kötü kızı anası övermiş. El övmüyorsa ben de kendimi överim.

1970 doğumluyum ama kırk yaşında değilim. :) Bu nasıl oluyor derseniz "insan hissettiği yaştadır" derim. ara da bir 50-60 yaşında hissetsemde çoğunlukla kendimi 19 yaşında hissederim. Eylül 2010 a kadar evli ve 2 çocukluydum ama Eylülden bu yana evsiz ve 2 çocukluyum. 17 yıllık evliliği anlaşmalı 17 dakikada sonlandırdık. İleride belki bunun nedenlerine girerim ama şimdilik düşünmüyorum. Oğlumu, kızımı ve çeketimi alıp geçmişe bir elvada diyerek yeni bir eve geçtim. Üç aydan fazla oldu hem anne hem baba olmaya çalışıyorum. Eskisinden iki kat yoruluyorum ama kafam eskisinden kırk kat rahat. 17 yıl aradan sonra yeniden yemek yapmayı öğrendim. Çamaşır bulaşık ev temizliği vb şeylerde kızlarla yarışacak dereceye geldim sayılır. Oğlum Anadolu lisesi 1. sınıfta, kızım ilköğretim 7. sınıfta okuyor. Onlar benim enerji kaynağım.

Mesleğimi Sevgili Sis'in yorumlarından öğrenenler vardır belki ama ben bir kez de buradan yazayım: Paytar. Nam-ı diğer Veteriner Hekim. Kırk kez dünyaya gelsem herhalde kırkında da paytar olmak isterdim. Lisede öğretmenlerimiz sorduğunda herkes doktor, mühendis, öğretmen olacağım derken, ben veteriner hekim demiştim ve tm sınıf gülmüştü. Ben dediğimi yaptım. :) Hiçte pişman olmadım. Hem zevk alarak işimi yapıyorum hem de para kazanıyorum. "Sevdiğiniz bir işi seçin, böylelikle hayatınızda bir gün bile olsun çalışmak zorunda kalmamış olursunuz." misali ben hiç çalışmak zorunda kalmadım.

Hayat felsefemi anlatan bir kaç söz vardır.
- Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma
- Tecavüz zorunluysa zevkini çıkar
- Küstüğüm dağın odununu yedi sene kesmem
- Bu da geçer
- Hiç bir şey göründüğü gibi değildir
- Mükemmellik ayrıntıda gizlidir
- Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol
- Ne olursan ol gel....

Şimdilik aklıma gelenler bu kadar. Çok özel olmadıkça sormak istedikleriniz varsa cevap vermeye çalışırım. Tüm sorularınıza cevap veririm diye söz veremem ama verdiğim tüm cevapların doğru olacağına söz veririm...

Hoşca ve Dostca kalın

24 Aralık 2010 Cuma

Kişisel Yazı





Zeki Müren'in,

"Sevgi dolu bir dünyam var dört yanımda tüm insanlar
Dünya malı neye yarar dostluklarla yaşıyorum
Şiirlerde romanlarda
Gelmiş geçmiş zamanlarda
Tamburlarda kemanlarda şarkılarla yaşıyorum
Sevgilerden nakışlarla mutlu mutsuz bakışlarla
Kalpten kalbe akışlarla yaşıyorum

Ben de sevdim bir zamanlar içimde bin hatıra var
Herkes hayatını yaşar anılarla yaşıyorum
Ne köşklerde ne sarayda
Ne dünyada ne de ayda
Benim yerim çok uzakta dualarla yaşıyorum
Şarkılara duygu seren çilelere göğüs geren
Dertli gönüllere giren işte benim zeki müren

Kimsesizlerin kimsesiziyim kimsesizim
Yalnızların yalnızıyım yalnızım
Dertlilerin dertlisiyim dertliyim
Aşıkların aşkıyım aşıkım
İsmim mesut göbek adım bahtiyar
Yıllarca hep böyle bildiniz siz
Mesut Bahtiyar'dan şarkılar dinlediniz"

dediği gibiyim ben de. Sevgi dolu bir dünyam ve dört yanımda bir sürü insanlar var. Dünya malım yok denecek kadar az. Özellikle hikaye, fıkra, kitap, şarkı ve şiirlerle yaşarım. Bu bloğu açtığım günden bu yana yayınladığım yazıların çoğu alıntıydı. Ve şu an için yaklaşık 250 izleyicisi olan bu blogta beni gerçek hayatta tanıyan 3-4 kişi ya vardır ya yoktur. Adresini 4 kişiye verdim ama daha sonra sorduğumda hepsi "henüz bakma fırsatım olmadı""adresi neydi" vb şeyler dediler ve ben de ikinci bir kez adresi vermedim. eğer beni gerçek hayatta tanıyıp bu bloğu okuyan varsa bundan sonra yazılacak yazıları okumasına gerek yok. Okursa da okumamış gibi davransın lütfen. Bu bloğun bana ait olduğunu bilen sanal dostlarım da var. Gerçek adımı adresimi vs bilirler. Hiç bir zaman yüz yüze gelmediğimiz ve gelmeyeceğimiz bu dostlar da buradaki yazılarımı okurlarsa her hangi bir blogtaki tanımadıkları birinin yazıları olarak okusunlar lütfen. Bundan sonra sık sık kendimden yazılar yazmaya çalışacağım. Bu bazen yıllar önce yaşadığım bir anı olabilir, bazen mesleki bir olay olabilir ya da bir duygu düşünce paylaşımı olabilir. Yıllarca Derviş,ten hikayeler okudunuz. Biraz da Derviş kimdir, nasıl biridir ne yer ne içer ne düşünür gibi şeyler okumak isterseniz kapım her zaman açık. Bundan önceki yazılara yazılan yorumlara cevap yazmıyordum. Benim çok izlenme çok yorumlanma vb bir kaygım yok. İzleyicilerin hepsi kendi isteği ile izlemeye aldı. yorumları okumak büyük bir keyif. ama onlara cevap yazıp yorum sayısını artırmak için kasmak ya da ne çok izleyicim var bunu nasıl değerlendiririm gibi bir düşüncem olmadı. bu blogta hiç bir zaman reklam ya da ticari bir unsur olmayacaktır. Yayınladığım hikaye, yazı, şiir, şarkı, video vb şeylerden birinde bir kişinin yüreğine dokunabildiysem ne mutlu bana.

23 Aralık 2010 Perşembe

Bir Hırsızın Portresi





Bir kapı kapanır bir kapı açılır
Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen in portresini yapmak için görevlendirilmişti.
Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu.
Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı.

Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen e yeterince benzediği görüşündeydi.

Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti.

Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı, ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti.
Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu, " Portreyi size benzemediği için
reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?"
Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu. Aylar sonra, Macar
Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı.
Kelen in telefonu çalmaya başladı.
Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi" etiketiyle teshir edildiğini gördü.

Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi.
Müdür reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti.
Bunun üzerine müdür Kelen in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı.
Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı.
Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, ayni zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dönüşmüştü.
Çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatının eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.
Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti.
Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol düşündü.
Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti :
Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder, çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Bir Sıçradın Çekirge, İki Sıçradın Çekirge





I. Murat zamanında Bursa’da ihtiyar bir eskici varmış. Eskici ve karısı basit, temiz, yoksul bir yaşam sürerlermiş.

Günlerden bir gün eskicinin karısı hamama gitmiş. Yıkanıp çıktıktan sonra, soyunduğu yerde bohçasını bulamamış. Bohçayı koyduğu yerde, değerli halılar üzerinde işlemeli kadife bohçalar, sedefli takunyalar olduğunu görünce, hamamcı kadına sormuş. O da;

—Buraya Müneccimbaşının hanımı soyundu. Senin bohçanı soğukluğa koyduk. Orada giyiniver, demiş.

Bu hareket zavallı kadına çok dokunmuş. Ağlamış, üzülmüş. Fakir, silik, parasız, rütbesiz bir adamın karısı olduğuna yanmış. Bu üzüntü ile akşam yorgun argın eve gelen kocasına “-ya müneccimbaşı olursun, ya da beni boşarsın” diye diretmiş.

Çaresiz kalan ihtiyar eskici, ertesi sabah bir çekmece, biraz kâğıt, bir divit alarak, işlek bir yol üzerinde oturup müneccimliğe başlamış. İçinden de;

—Yarabbi, halimi sen biliyorsun. Bunca yıllık yuvam yıkılmasın, sana sığındım, beni utandırma, diye yalvarmış. İlk müşteri olarak varlıklı bir hanım gelmiş, telaşla:

—Aman müneccim efendi, demiş. İri elmas taşlı, çok değerli bir yüzüğüm vardı, kaybettim. Hiçbir müneccim bilemedi. Bir de sen bak.

Besmele ile önündeki kâğıda bir şeyler çiziktirmeye başlayan yaşlı adamın içine doğmuş, birden:

—Ya hatun, demiş. Senin yüzüğün bir hayvan kursağında görünüyor.

Hemen eve koşan kadın, hamur yoğurduktan sonra ellerini yıkadığı, evin bahçesindeki çeşmenin kenarında unuttuğu yüzüğü, hindilerin yutmuş olabileceğini düşünmüş. Nitekim hindilerden birinin kursağında yüzük bulunmuş.

O günden sonra ihtiyar eskici müşteriden başını alamaz olmuş. Attıklarının da hepsi tutuyormuş. Ünü yaygınlaşmış, kazancı artmış. Namı, Sultan Murat Hüdavendigâr’a kadar ulaşmış. Meğer padişahın da kocaman pırlanta taşlı bir yüzüğü kaybolmuş. Padişah yüzüğün hemen bulunmasını emretmiş. İhtiyar müneccim zaman kazanmak için:

—Şevketlim, demiş. Emriniz başım üstüne. Lakin bu yüzük padişah yüzüğüdür. Öyle halktan birinin haceti gibi kolay bulunmaz. İşimi gücümü bırakıp 40 gün 40 gece esaslı okumam ve çalan adamı davul gibi şişirmem gerekir. Bana 40 gün izin.

Padişah kabul etmiş. Ertesi günden itibaren sabah, öğle, akşam saray tablakârları, müneccimin evine yemek taşımaya başlamışlar. Tablakârların başındaki haremağası her gelişinde: "Buyurun efendim, bunlar etliler, bunlar sütlüler, bunlar tatlılar. Afiyetle yiyip; Şevketli efendimize de dua edin", dermiş.

Arap kapıya geldikçe, ihtiyar başına bu işleri açan karısına dönüp bağırırmış:

—Hatun, hatuuun… Kaldı otuz dokuz günümüz.

Harem ağası kapıya gelip, müneccim de her seferinde şu kadar kaldı, bu kadar kaldı diye seslendikçe, harem ağasında bir heyecan başlamış.

Nihayet bir gün yemekleri verip tablakârları uzaklaştıran haremağası eskicinin ayaklarına kapanmış:

— Allah aşkına müneccim efendi, şu okumayı kes. Karnım davul gibi şişmeye başladı. Neredeyse pat diye patlayacağım. Ben çaldım yüzüğü, demiş.


Yufka yürekli ihtiyar, yüzüğü almış ve 40 günün sonunda yüzüğü verince Sultan Murat hayret etmiş. İhtiyarı müneccimbaşı yapmış, eskisini de O’nun emrine vermiş. Ayrıca bir dileği olup olmadığını sormuş. İhtiyar da karısının hamamda uğradığı hakaret yüzünden bu hallere geldiğini anımsayarak, o hamamı istemiş.

Buraya kadar Allah’ın yardımıyla başarıya ulaşan Müneccimbaşı, padişahın başka bir işi olursa ne halt edeceğini düşündükçe uyku tutmaz olmuş. Varıp, görevden affını istemeye karar vermiş.

Bu niyetle saraya gitmiş. Bahçede gezinen Padişah, müneccimbaşını huzura almış. O daha söze başlamadan, kapalı avucunu uzatarak sormuş:

—Bil bakalı müneccimbaşı, avucumun içinde ne var?

Bileceğini hiç ummayan ihtiyar, kendi kendine söylenmiş:

—Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüde yakalanırsın çekirge, deyince padişah avucunu açmış, elindeki çekirgeyi göstererek, seni kutlarım, demiş.

Anne Kıymeti





1 yaşındayken sizi şefkatle kucaklayıp, elleriyle doyurdu.. Bütün gece ağlayıp, onu uyutmayarak teşekkür etiniz

2 yaşındayken elinizden tuttu, size yürümeyi öğretti size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz

3 yaşındayken size özenle yemekler hazırladı tabağınızda ne var ne yok masanın üstüne boca ederek teşekkür ettiniz

4 yaşındayken elinize rengarenk kalemler tutuşturdu evin bütün duvarlarına resimler yaparak teşekkür ettiniz

5 yaşındayken sizi en güzel kıyafetlerle giydirdi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz

6 yaşındayken okuldan o kadar korkuyordunuz ki, ilk gün sizi o götürdü sokaklarda "gitmiyceeeeeeem" diye ağlayarak teşekkür ettiniz

7 yaşındayken size bir top hediye etti komşunun camını aşağı indirerek teşekkür ettiniz

10 yaşındayken arkadaşlarınızın doğum günülerinden okulunuza kadar sizi her yere o götürdü elinden fırlayıp giderken arkanıza bile bakmayarak teşekkür ettiniz

11 yaşındayken sizi arkadaşlarınızla sinemaya götürdü "sen bizimle oturma" diyerek teşekkür ettiniz

15 yaşındayken sizi şehir dışına yaz kampına gönderdi bir kerecik bile aramayarak teşekkür ettiniz

17 yaşındayken arkadaşlarınızla yemeğe gitmenize izin verdi bir telefon bile etmeden gece yarısı eve dönerek teşekkür ettiniz.

19 yaşındayken üniversiteyi kazandınız; okul masraflarınızı karşıladı, sizi arabayla kalacağınız yere kadar götürdü. Sonra da özenle hazırladığı eşyalarınızı taşıdı arkadaşlarınız alay etmesin diye kapıda vedalaşıp göndererek teşekkür ettiniz

21 yaşındayken hiç yanlış yapmayasınız diye size hayatla ilgili fikir vermek istedi "merak etme ben senin gibi olmiycam" diyerek teşekkür ettiniz

22 yaşındaydınız; mezuniyet töreninizde ışıl ışıl gözleriyle sizin yanınızda oldu siz, sizi siz yapan o elleri öpmeden arkadaşlarınızla eğlenmeye giderek teşekkür ettiniz

24 yaşınızdayken evlenmeyi düşündüğünüz insanla tanışmak istedi "zamanını ben bilirim" diye tersleyerek teşekkür ettiniz

25 yaşınızdaydınız evlendiğinizde. Sizi kaybetmenin hüznü bir yana düğününüz için gecesini gündüzüne kattı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz

30 yaşınızdayken bir bebeğiniz oldu. Bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi "artık bu ilkel yöntemleri bırak" diyerek teşekkür ettiniz

40 yaşınızdayken sizi arayıp kardeşinizin doğum gününü hatırlattı "anne işim başımdan aşkın" diyerek teşekkür ettiniz

50 yaşınızdayken o çok hastalandı, bir hafta sonu görmeye gittiniz; çocuklar gibi sevindi. Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz

derken bir gün; ki yaşınızın aklınızdan silindiği bir gündü..... O öldü! O güne kadar söylemediğiniz ne varsa gelip boğazınıza düğümlendi o an. Onun için yapmadığınız herşey kalbinize yıldırım gibi düştü... İlk adımınızdan tutun da kaşığı ilk elinize alışınıza, kalemi ilk tutuşunuza kadar her anınızı düşündünüz. Her anınız yaş oldu süzüldü gözlerinizden. Ve belli belirsiz fısıldadınız: "teşekkür ederim...herşey için.... Teşekkür ederim." ama maalesef o sizi duymadı.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Beynimizdeki Kilitler





Herkes ünlü sihirbaz Harry Houdini'nin adını duymustur.

Yanına hiçbir gerec almadan, yalnızca giysileriyle girdiği herhangi bir hapishaneden bir
saatten önce kurtulacağını iddia eder ve bununla övünürdü.
İngiliz Adalar'ındaki küçük bir kasaba Houdini'yi davet etti. Houdini kasabanın yeni hapishanesine geldiğinde, hapishanedeki bir hücreye yerlestirildi. Heyecan doruktaydı. Kapılar kapandığında hiç kimse onun o hücreden çıkabileceğine inanmıyordu.

Houdini'nin kemerinde yirmibeş santimlik bir çelik parçası vardı ve bütün
kilitleri onunla açardı. Otuzuncu dakikanın sonunda, yüzündeki kendine
güven ifadesi yok olmuştu. Bir saat dolduğunda artık ter dökmeye başlamıştı.

Ikinci saatin sonunda kapının uzerine yığıldı ve kapı o anda kendiliğinden açıldı. Kapıyı kilitlememişlerdi. Kapı yalnızca Houdini'nin kafasında kilitliydi. Biraz itse açılacaktı kapı, ama kapının kilitli olduğunu düşündüğü için bunu denemedi bile.

Şans kapıları da aynen boyledir. Kilitli olduklarını düşünüp, açmayı denemeyiz bile. Fakat bazen yapmanız gereken tek şey, şöyle hafifçe dokunuvermektir kapıya.

17 Aralık 2010 Cuma

Kendime Yeni Bir Ben Lazım





Tam benlik bir şarkı :)


16 Aralık 2010 Perşembe

Köprüleri Yakmak






Zordur köprüleri yakmak... Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için, bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek ve içinde her nasılsa saklanmayı başarmış bir ya­rın heyecanının kanadına tutunarak havalan­mak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü ço­cuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dörtnala ileri atılmak, yaman bir karara dönüşür.
Zordur insanın onca zaman, bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup ama mağ­rur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyet­lenmesi... Bugüne yenik düşenler, yarını sade­ce hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde yaşar­lar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan ge­milerle, arkalarında külden köprüler bırakarak meçhul bir istikbale doğru dümen kırarlar...
Yakılan sırat köprüsüdür. Geçer ve orada kalırsınız: cennetse cennet, cehennemse cehennem... dönüşü yoktur...

* * *

Clint Eastwood'un son filmi "Madison Kasabasının Köp­rüleri" çoğumuza bir kez daha ruhumuzun derinliklerinde saklanan o yakılası köprüleri hatırlattı. Hayatı, sohbetsiz sofralara yemek hazırlamaktan ibaret, kendi halinde bir ev kadınının günün birinde kapıyı çalıveren bir yabancıyla ya­şadığı 4 günlük "yasak ilişki", içimizdeki şeytanın kapıları­nı çaldı. 40 yıl kendirli, kendinden bile saklamış bir kadının, 4 gün içinde kendisiyle tanışması ve 40 yıldır ıskaladığı bir mutluluğu bir "yabancı"da yakalaması, dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere pek tanıdık bir duygu gibi geldi.
Sinema çıkışında ellerindeki küçük mendilleri gizli gizli göz pınarlarına bastıran hanımlarla, yaşlı gözlerini kara gözlüklerinin ardına saklamaya çalışan beyler, yasak bir
İlişkiye gözyaşlarıyla onay veriyorlardı adeta...
Yolboyu eşler birbirlerini yokladı, ihmal edil­miş heyecanlar çıkarıldı naftalinli sandıklar­dan... Kimi, köprüleri yeniden kurmanın yolla­rını aradı, kimi yakma vaktinin gelip de geçtiği­ni düşünürken...

* * *

Lakin zordur köprüleri yakmak...
Meçhul bir istikbal uğruna bugününden vaz­geçmek korkutur insanları... Mazinin hatıraları taze, dostluklar sıcak, kurulu düzen güvenlidir. Nitekim filmin kadın kahramanı da kendi köp­rülerini yakmaktan son anda vazgeçer. Ruhu­nun köprüleri yerine, cesedini ateşe vererek, bir imkansız aşkı, küllerin buluştuğu öbür dünyaya erteler.
Köprüleri yakmak cesaret ister... ama siz kararsızlanırken köprünün karşısından ışıl ışıl yeni bir hayat umudu inatla gülümser insana... Bir elle bugünün yerleşik­liğine tutunurken, öbürüyle yarın macerasına uzanmaya çalışır, arada çırpınır durursunuz.
Belki orayı bilmemek, bilmekten iyidir. Bilip de gidememek en beteridir çünkü...

* * *

Sinema çıkışında izleyicilerin düşünce balonlarında köp­rüler sallanıyordu. Eşler yolboyu birlikteliklerinin muhasebesini yaptılar, kimileri işi cesur bir hesaplaşmaya dönüştü­rerek, kimi kaygılarını dillendirmeye çekinerek...
Kimi evlerde eski aşklar tazelendi ve yeni köprüler ku­ruldu, ihmal edilmiş diyaloglardan... Kimi evlerde ise yeni­den sohbetsiz sofralara dönüldü... Rahat oturma odaları­nın kurulu düzenlerine sarılanlar, heyecan dolu bir aşkı beyinlerinde büyüterek kaşıkladılar yemeklerini..
...ve ertelediler, ruhlarının köprülerini kavuracak bir heyecan ateşini; o ateşin ancak cesaretlerini yakacağı güne kadar...

Can Dündar

14 Aralık 2010 Salı

ÖNYARGI





DÜRÜSTLÜK






" Toplantıya gideceğim.Baktım geç kalma ihtimalim var,bindim bir taksiye,muhabbetçi bir arkadaş.O anlatıyor ben dinliyorum.Tam işyerinin önüne geldik.Ankara'da Bakanlıklar.Diyelim ki. taksi parası 9.75 TL tuttu,ben 10 TL uzattım.Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya,taksici üstünü arıyormuş gibi yapar,siz de para üstünü alabılmek için bir ayak dışarda,inmemek için debelenirsiniz.Tam o sahne olacak.Şoför,para üstü varmı diye aranmaya başladı.

"Üstü kalsın kardeşim"dedim.

Döndü bana doğru

"Vaktin varmı ağabey ?" dedi.

"Evet" dedim (tek ayağım hala dışarda)

Dörtlülere bastı,trafik dört şerit akıyor,indi araçtan.Önde bir büfe var.Gitti oraya,bir şeyler konuşup geldi.Bana 25 Krş uzattı.Belli ki para bozdurmuş.

"Birader" dedim,"9.75 değil,10.50 yazssa istermiydin 50 krş.benden?"

-Ne alacağım ağabey 50 krş.u

-Peki niye gittin 25 krş.için o kadar uğraştın.üstü kalsın demiştim.

Döndü bana,attı kolunu arkaya :

-Vaktin varmı ağabey

-Var

-Çek kapıyı o zaman

Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız.

5 dk.konuştuk.İngiltere'de profösüründen,bilmem kiminden eğitimler aldım.O taksicinin 5 dk.da öğrettiklerini,ingiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler.

Ağabey biz Keçiören'de 5 kardeşiz.Babam rençberdi benim,günlük yevmiyeye giderdi;artık inşaat falan bulursa çalışır gelir,o gün iş bulamamışsa,biz eve gelişinden,yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik.Yemek bitince babam bize"Durun kalkmayın" derdi.Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.

"Aha" dedim,"Bizim meslek",seminerci.

- Ne anlatırdı baban

- Hayattta nasıl başarılı olunur ?

O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor,sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.

-Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi,delik bir çorapla pantalonun ceplerini çıkarır,dört kardeşi karşısına alıp "Dürüst olun,evinize haram lokma sokmayın" diye anlatırken ,biz de gülerdik. Annem kızardı,"Babanızla alay etmeyin.O, hem dürüst hem de çalışkandır" derdi. Yan evde iki kardeiş var,onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor,ama adamda her numara vardı,kumar falan oynatırdı.Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı,hep o ikisinin eskilerini kullandık.O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık,çünkü bize bahşiş verirdi.Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye,para falan hak getire.Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü.yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartıman,işleyen birahane,dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktıbiliyormusunuz ?

-Ne bıraktı ?

-Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : "Evladım işinizi dürüst yapın,hakkınız olmayan parayı almayın..."falan filan. Ağabey aradan 15 yıl geçti,diğer 2 kardeş cezaevindeler,ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.

Biz 5 kardeş,beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var hepimizin birer ailesi,çoluk çocuğu,hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :

"Asıl mirası bizim baba bırakmış."

Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri,taksimetrenin yazmadığı 10 krş.u evimize sokmadık.Her şeyimiz var Allah'a şükür.

Çok duygulandım,veda ettim,tam ineceğim :

-Dur ağabey,asıl bomba şimdi.

-Nedir bomban ?

-Nerede oturuyoruz biliyormusun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.

Evladınıza ne araba bırakırsınız,ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.

(A.Şerif İzgören kitabından)

12 Aralık 2010 Pazar

İki Kelimeydi Sana Söyleyemediğim





İki kelimeyi bir araya getiremeden yaşadım yıllarca ! Ben ne zaman konuşmak ya da yazmak istesem Ali topu at kadar saçmalaşırdı cümleler…Konuşmama hakkımı kullanırdım herzaman…Bu yüzden okul yıllarında kara tahtada ismimi konuşanlar listesinde kimse göremedi.Konuşamadığım gibi yazamıyordum da ! Sırf bu yüzden kompozisyon sınavlarının açıklanan sonuçları alay konusu olurdu elli kişilik sınıflarda ! Ama dönem ödevlerini çok severdim bir tek o zaman yazabiliyordum çünkü ! Cümleler korsan oluyordu…Yaldızlı bir ansiklopedi kurtarırdı beni her defasında ! İŞte bu şekilde beceriksiz cümleler kullanarak bitti bitmez dediğim lise !

Bu iki kelimeyi bir araya getirememe durumu ikili ilişkilerimde de her defasında bir depreme yol acardı! ne zaman bir kızdan hoşlansam iki kelime edemeden çeker giderdi yanımdan..kısa keserdik cümleler gibi aşklarıda her seferinde ! yarım düşerdik sevdalara yarım kalırdık ! Benim bu yüzden hiç yazılmış şiirim olmadı defter aralarında…ya da adım geçmedi bir kitapta ! kimse yaşadığım ilişkinin dedikodusunu yapmadı,benim anlatacak hiç aşk hikayem olmadı…çünkü ben ne zaman konuşmak istesem ali topu at kadar saçmalaşırdı cümleler !

Liseden sonra bitti askerlik…derken bir kız çıktı karşıma…yeni doğmuş bir bebek kadar masum televizyonda gördüğüm mankenler kadar güzeldi.Bu kez cümleler gibi kısa bitsin istemiyordum.çünkü ben adını bile söyleyemediğim bu kıza aşık olmuştum.Her gece uzatırdım evimin yolunu zira evi ters bi yerde olduğu halde ! Tek düşüncem onu bir daha ne zaman ya da ne kadar görebileceğimdi !Geceleri yatağıma uzandığımda artık süperman gibi uçmayı değil onunla geçicek bir ömrü düşlemeye başlamıştım.Tam aynayı güneşe doğru çevirmiştim ki o şirin kız da diğerleri gibi kısa kesip bir kelime bile söylemeden çekip gitti…

Oysa ben ona tam iki çift söz etmeye hazırlanıyordum ama tek kelime bile edemeden yarım kalmıştı yine cümlem ! Ama bu cümle diğerlerinden farklıydı bu kez ! İlk defa aşık olmuştum ! Üzerime giydiğim kıştan kalma gömleği çıkarıp ilkbaharı asmıştım omuzlarıma ! Ama onun bu kısa kesmişliğiyle ben kahrettim kendimi ! Dünyada insanlar için yaratılan hiçbir nesne beni mutlu etmeye yetmedi !Hatta babamın doğumgünümde aldığı o pahalı hediye bile…

Günler ayları,aylar yılları getirdi…Geçip giden günlerle bende değiştim !Bugün iki şeyi farkettim !İlki şuydu : Onun gidişiyle binlerce kelime gelmiş aklıma ! Meğer kısa kesmek gerekirmiş bir aşkı yazabilmek için ! Şu sıralar binlerce kelimeyle evliyim ama bu kez sen yoksun ! Keşke yanımda olsaydın ! Artık iki kelimeden fazlasını konuşabiliyor hatta uzun cümleleri dahi tek nefeste söyleyebiliyorum.Ama son cümlesi eksik kalmış bu sevdamdan uzun zaman geçmişti.Ama ben dün onu sahilde yürürken gördüm…Gözlerimin o şirin kızı gördüğünde yaşadığı çocuksu heyecanı kelimelere dökebilseydim eğer kalın bir romanda sadece bu kısımdan bahsetmem gerekirdi ! Yanına gidip ona o iki kelimeyi söyleyecektim.Evet bu kez yapacaktım bunu ! Kendimi topladım ve hızlı adımlarla yanına gittim ama heyecandan olsa gerek ellerinden tuttuğu kişiyi farkededemedim ! Ayaklarıma ağır gelmiş olucam sendeledim biraz ! Şuurum bir süreliğine izine çıktı herhalde o an ! Çünkü ne yaptığımı tam olarak hatırlamıyorum…Tek bildiğim kendime geldiğimde benim çimlerin üstünde oturuyo oluşum onunsa orada olmadığıydı !Kimbilir bir gün bu yazıyı sende okursun belki inanmazsın bu kelimelerin tek sahibi oluşuma ! Ama senin kısa kesmişliğinden sonra bunun gibi birçok şey yazdım…Aklıma gelen ikinci konuysa : Senin romanlarımda yazılacak kadar uzun,anlatılacak kadar da kısa olmadığınmış ! Neyse kısa kesicem senin gibi ! Sana son cümlesi eksik kalmıştı dediğim bu sevdanın diğer yarısını okuyacaksın biraz sonra ! Sana iki kelime söyleyememiştim ya şimdi alt satıra yazıcam onu bu kısmı sadece sen oku olur mu ?

Benimle evlenir misin?

11 Aralık 2010 Cumartesi

Bir Çocuk Sevdim





Bir çocuk gördüm uzaklarda
Gözleri kederli hatta korkulu
Her şeye rağmen bir an gülümsedi çocuk
Sıcak sade ama biraz kuşkulu

Bir çocuk sevdim uzaklarda
Sanıyordum ki onun özlemi de buydu
O ise bir bakışta beni örtülerimden
Yalnızca yalnızca duygularıyla soydu

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Bir çocuk gördüm uzaklarda
Biraz çocuk biraz adam biraz hiçti
Ellerinde yaşlı zaman demetleri
Daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti

Bir çocuk sevdim uzaklarda
Bir elinde yarın öbür elinde dün
Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün
Dünyanın haline bakıp güldü geçti

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılıp küstü

Sezen Aksu

En İyi Karar




Günlerden bir gün..Bir değirmenci,oğlu ve eşeği birlikte kasabaya doğru yola çıkmışlar..
Niyetleri aslında çok yaşlanmış olan eşeklerini satmak ve birazda para kazanmakmış...

Sattıkları eşeğin parasıyla,kazandıkları parayıda birleştirerek iyi bir eşek satın almakmış..
Eşekleri yaşlı olduğundan pazarda dinç görünsün diye eşeği baba ,oğul sırtlarına alıp taşımaya başlamışlar...
Niyetleri pazara kadar eşeği yorulmadan götürüp orda iyi bir fiyata satmakmış..

Baba ve oğlu yolda öylece yürürlerken, yoldan geçen bir köylü..basmış kahkahayı...

-"Sizin aklınızdan zorunuzmu var..eşeğin eşeği olmak niye..Hiç eşek sırtta taşınırmı "demiş..

Değirmenci ile oğlu,eşeği yere indirmişler..çocuk eşeğe binmiş..yola düşmüşler..bir süre gittikten sonra üç köylüye daha rastlamışlar..
Köylüler den en yaşlısı, dayanamamış ve eşeğin sırtındaki çocuğa seslenmiş..

-"Hiç insaf yokmu sende..Ak sakallı babanı yürütmeye utanmıyormusun" demiş..
Değirmenci adamları haklı bulmuş ve oğlunu eşekten indirip kendisi eşeğin üzerine binmiş..oğluda yanında yürümeye başlamış...

Pazara giden yolda yine iki genç köylü kızına rastlamışlar...Kızlar eşeğin üzerindeki yaşlı değirmenciyi,yanında da yürüyen genç oğlunu görünce kızmışlar hemen..
-"Kocaman adamsın..yazık değilmi zavallı delikanlıyı yürütüyor,kendinde eşeğin üzerinde gidiyorsun hiç yakışık alıyormu "demişler..

Yaşlı değirmenci bakmış olacak gibi değil,herkes haklı...Çocuğu arkasına almış...eşeğin üzerinde birlikte pazara doğru yol almaya başlamışlar..

Bir süre yol aldıktan sonra..yolda dört köylü yaşlı adamla karşılaşmışlar...
Adamlar hemen kızmışlar değirmenciye...

-"Yahu sende hiç acıma duygusu yokmu, değirmenci..Yazık değilmi eşeğe,bu hayvana bu işkence yapılırmı hiç "demişler..

Değirmenci ne yapacağını şaşırmış...Oğluyla birlikte inmişler eşeğin sırtından..
yaya yürümeye başlamışlar.Eşek önlerinde kendisi ve oğlu arkadan yavaş yavaş pazara doğru yürümeye devam etmişler..

Yolda uzaktan gelen köylüleri görünce değirmenci zaten kendi kendine bir karar vermiş...
Köylüler değirmenciyi durdurup...

-"Hoppala ! önünüzde eşek boş gidiyor,siz yaya yürüyorsunuz...Hani üç eşek diye bir şarkı var ya...sanki sizin için söylenmiş" demişler..

Değirmenci artık kızgın,sabrı taşmış şekilde cevap vermiş..

-Doğru söylediniz...Ben eşek olmasam uyarmıydım sizlere...yol boyu herkesin dediğini yaptım...ama artık ister beğenin ister beğenmeyin...benim canım ne istiyorsa onu yapacağım...Kendim, oğlum ve eşeğimle ilgili en iyi kararı ben veririm demiş...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Köprü





Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yaşayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden birgün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık başgösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen bu anlaşmazlık,giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu.

İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar.

Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık , giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı
kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler
oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir
sessizlik yaşanmaya başladı.

Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Evsahibinden geçici bir iş
istedi: "Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak isterim" dedi. "Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm."

Büyük kardeşin aklına o an bir "iş" geldi. "Evet, sana göre bir işim var" dedi ve küçük kardeşinin çiftliğini işaret etti: "Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, buldozeriyle oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda,
otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var." Büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra marangoz
sordu:"Benden ne yapmamı istiyorsunuz?" dedi.

Büyük kardeş once kuşkusunu,sonra da kararını açıkladı:"Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir" dedi. "Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir şey yapacağım." Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi: "Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum" dedi. "Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın." İş arayan usta, başını salladı: "Sanırım durumu anladım, efendim" dedi. "Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen işime
başlayayım."

Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri
gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise,
tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya
koyuldu. Akşam güneş batarken o işini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük
kardeş ise alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu.

Çiftliğe gelir gelmez ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri,
yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Karşısında, yapılmasını
istediği, çit yoktu ama, derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan
görkemli bir köprü vardı. Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük
kardesinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde,
yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış
ve tam anlamıyla "usta işi" denilecek kusursuzlukta bir köprü
uzanıyordu.

Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen- şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini gördü. Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anladı. Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu.
"Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü sözlere karşın sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin" dedi ağabeyine. "Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel..."

Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar. Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü. "Gitme, dur, bekle" diye seslendi ona. "Sana yaptıracağım
birkaç iş daha var, çiftliğimde..."

Usta gülümsedi: "Ben buradaki işimi tamamladım, gitmem gerek" dedi ve ekledi: "Yapmam gereken daha birçok köprü var."

7 Aralık 2010 Salı

Servetim Olan Dostuma





Ömrümün beni yok saymasını istediğim bir anımdaydım.
Gökyüzü bile bana ağlıyordu sanki… gözyaşlarım yalnız kalmasın diye mi yoksa ağladığım anlaşılmasın diye mi bilmiyordum.Tek bildiğim yağmurdan sonraki gökkuşağını anımsatan ve bana ışıl ışıl bakan gözlerinin sıcaklığıydı.
Senin sıcacık bakışların benim içimi ısıtırken benim şaşkın bakışlarım da seni şaşırtıyordu.

Kimdin sen?

Neden bakmıştın bana?

Herkes farketmezken farketse bile umursamadan geçerken sen neden durmuştun yanı başımda,neden eğilip iyi olmadığımı göre göre iyimisin diye sormuştun bana….

Sonrası…

Sonra bir yerde oturup uzun uzun konuşmalar ben konuştum sen dinledin…,ayrılırken bir sonra ki görüşme için ümit etmeler.

Anlamıştın geçirdiğim zor zamanları ,dertlerimi ,sıkıntılarımı ve bırakmak istemiyordun beni ellerimi ….ben bile vazgeçmişken kendimden sen vazgeçmiyordun benden.şimdi ardıma dönüp baktığımda anlıyorum ki meğer bitti denilen yerde başlıyormuş bir çok sey..

Bütün yollarımın sonuna geldiğimi zannettiğimde bana yeni yollar gösterdiğinde anladım.Artık hayata dair bir umudum kalmadığı bir anda bana umudun ne olduğunu ve aslında hiç bitmeyeceğini anlattığında anladım.

Ve bazı insanların bazı arkadaşlarından dostum diye bahsederken gözlerinin neden ışıl ışıl açılıp hasretle kapandığını anladım.

Şimdi bu bir teşekkür mektubu mudur anlatamadığım duygularım mıdır bilmiyorum.
Ama şunu biliyorum sen de benim dostum diyeceğim ve hayatıma bu cümleyle devam edeceğim birisin.

Hiç yaşamanı istemesemde ,
Eğer bir gün bir yerde, bir yağmurda senle ağlarsa senin de yağmurdan sonra bir gökkuşağın ve sana ışıl ışıl sıcacık bakanının olması dileğiyle…

yazan:FULDEN ÇAKMAK

6 Aralık 2010 Pazartesi

Yapabileceğimin En İyisini Yaptım





Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.




Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden, kendimi çok kötü hissediyorum.
Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler
Baban


Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.



Babacığım,
Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.

Sevgiler
Davit





Ertesi gün sabaha karşı saat 04:00' de FBI ve yerel polis çıka geldi ve tüm sahayı kazdılar, lakin hiç bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler.


Ayni gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.


Babacığım,
Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.
Sevgiler
David



BİR GÜÇLÜKLE KARŞILAŞTIĞINIZDA, KENDİNİZE BIR KAÇIŞ YOLU DEĞİL, BİR ÇIKIŞ YOLU ARAYIN.

5 Aralık 2010 Pazar

Kalandır Terk Eden



Kimdi kalan, kimdi giden...
Giden mi suçludur herzaman!...
Ne zaman başlar ayrılıklar...
Dostluklar biter ne zaman...

Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden...
Aynı kalmıyordu hiçbir şey...
Değişiyordu herşey kendiliğinden...

Artık çözülmüştü ellerimiz...
Artık bölünmüştü yüreğimiz...
Birimiz söylemeliydi bunu...
Ötekini incitmeden...

Kimdi giden, kimdi kalan...
Aslında giden değil...
Kalandır terkeden...
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten !!!
Murathan MUNGAN

1 Aralık 2010 Çarşamba

FERHAT İLE ŞİRİN





Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirine sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirine olan duygularının ifadesi olduğu söylenir.

Amasya Sultanı Mehmene Banuya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirini vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. Şehir'e suyu getir, Şirin'i vereyim der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.

Ferhat'ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.

Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhata. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhata ulaşır. Ferhatın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin'in öldü. Bak sana helvasını getirdim der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat'ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten ŞİRİN ! seslenişleri yankılanır kayalarda.

Ferhat'ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat'ın yanına.

Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.

29 Aralık 2010 Çarşamba

Y-O-R-U-L-D-U-M....






Yoruldum; anlaşılmamaktan,
Sevdiklerimi, sevenlerimi "dost" yapmaya çalışmaktan,
Yüreğime kulak tıkayıp mantıklı olmaya çalışmaktan,
Haksız ithamlarla yaralanmaktan yoruldum;
...Sevgime hak ettiği değeri bulamamaktan,
...Güzel bildigim insanları bir bir hayatımdan çıkarmaktan,
Sevdiğim gibi sevilmeyip, sevmeyi isteyip de sevememekten,
İncinmekten, yalnızlıktan, gözyaşlarından...
Yoruldum;
Dostluk limanımda huzur bulmayan okyanusun, beni bilmeden yaralamasından.
Camdan bir vazo olan yüreğimin,
Her defasında parmaklarımın arasından kayıp tuzla buz olmasından.
Dipsiz bir sevgi kuyusu bulduğunu zanneden sevgi çiceğimin,
Umutsuzca solmasından,
Y- O - R - U - L - D - U - M ...

Bilmek İstiyorum






Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor
Neyi özlediğini,
Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor
Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için
Bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum

Ay'ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığın, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum

Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek stiyorum

Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum

Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor
Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum

Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum
Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum
Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını;
Bir gölün kenarında durup gümüş Ay'a "EVET!" diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum

Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğun beni ilgilendirmiyor
Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan,
çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum
Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor
Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum

Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor
Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını, ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum..

Oriah Mountain Dreamer
(Kanadalı Bir Kızılderili)

27 Aralık 2010 Pazartesi

Küçük Bir Aşk Masalı









Ne olur bak bana biraz

Çocukmuyum değilmiyim

Sen küçücük güzel bebek

Öyle olsa sevmeyi bilirmisin



Olmaz küçücüksün

Yüreğim genç umut dolu

Özlem bu olurya

Buluruz belki mutluluğu



Deliler gibi seviyorum bak

Sana söz ömür boyu sürecek

Ne hayal ne düş nede yalan yok

Bizim bizim gelecek



Ne olur biraz unutup kalsa

Ne olur rüyaya dalsa

Ne olur gerçek olsa masallar

Ya da biz masal olsak



Söyleyenler : Özdemir Erdoğan, Sezen Aksu

24 Saatim






06:00 Günaydın yeni gün, günaydın sigaram.
Sabah sigarasını içmeden afyonum patlamıyor. Sigaradan sonra duş ve traş faslı var. 06:20 de bir gün önceden oğlumla kararlaştırılan kahvaltı hazırlığına başlarım. 06:40-07:00 arası oğlumu uyandırma mücadelesi :). 07:30 Oğlumun servisi kapıya gelir. Onu gönderince bir sigara molası, sonra kızımın kahvaltısının hazırlığına geçerim. 07:40-08:00 kızımı uyandırma mücadelesi başlar. 08:25 te Kızımı gönderirim. Onun okulu eve 200 metre mesafede olduğu için daha rahat. Sabah bulaşıkları, odaların ve yatakların toplanması, genel temizlik ve etrafı toplama, kedimiz Köpük'ün mamasını suyunu değiştirme, tuvaletini temizleme faslından sonra 09:00-09:30 arası işyerimde olurum. İşyerim evimin hemen yanındaki bina :) Yürüyerek 1 dakika arabayla 2 dakika sürüyor. Haftasonları arabayı apartmanın önünde bıraktığımda mecburen arabayla gidiyorum ve daha uzun sürüyor yol. İşyerinin genel kontrolü, hasta hayvanların ilaçlarının mamalarının verilmesi vs den sonra kahve- sigara molası. Daha sonra maillere bakma, face te gezinme bloğu kontrol etme ve varsa yazılacak yazı onu yazma faslından sonra randevulu hastalarla görüşmelerim olur. Öğle arası yemek ve varsa dışarıdaki işler halledilir.

Boş vakitlerde gazete, dergi, kitap ve internetle doldurulur. Yani hiç boş vaktim yok desem yeridir. Bazı insanlar görürüm, işyerinde otururken boş boş camdan dışarıyı seyrederler. Benim böyle bir lüksüm hiç olmadı. Mutlaka yapacak bir şeyler bulurum. Akşam dış hastaya gideceksem 17:30 da işyerinden çıkarım. Dış hastaya gitmeyeceksem 18:00 de ayrılırım klinikten. Market, manav, kasap faslından sonra bir gün önceden kafamda hazırladığım menü için eve geçerim. Benden bayanlara bir tavsiye: eğer yapmayı düşündüğünüz yemeklerin listesini buzdolabının kapağına liste halinde asarsanız çok kolaylık oluyor. Ben kahvaltılık menüsü ve akşam yemeği menüsü olarak iki ayrı liste yaptım ve yarın ne pişireyim derdi olmuyor. Listeden hemen seçiyorum bir gün öncesinden. Çocuklar sebze yemeklerini pek sevmediği için benim de işime geliyor kolay ve lezzetli yemekler. Henüz ev hanımlığının başlarındayım ama 3 ayda bir kez yemeğin altını yaktım sadece. Onda da bir taraftan ütü yapıyordum bir taraftan yemek yapıyordum çocuklarında yatma hazırlığı başlamıştı. Yemeği ocakta unutmuşum :). En geç 19:00 da yemek hazır oluyor. Yemekten sonra hep beraber sohbet ve televizyon faslımız oluyor. Yemekten hemen sonra içtiğim çay benim adeta benzinim. O çayı içmezsem yerimden kalkacak halim kalmıyor. O yüzden hemen çayımı demler, içerim. Saat 20:00 de çocuklar ikinci kez ders etüdüne giriyorlar :) Her seferinde homurdansalar da kurtuluşlarının olmadığını biliyorlar. Onlar ders çalışırken ben sofrayı toplayıp bulaşıkları hallediyorum. Meyvelerini, abur cuburlarını ve sıcak çikolatalarını hazırlarım. 21:00 - 21:30 arası hazırladıklarımı yeriz ve sohbet ederiz. Eğer sevdikleri bir proğram varsa televizyon izlerler. İzlemek istedikleri bir şey yoksa onlar laptoplarını alır internete girerler, kumanda da bana kalır. 21:30 da yatma hazırlığına başlanır ama 22:00 de yataklarına zor girerler. İkisininde yıllardır sürdürdüğü gzüel bir alışkanlığı var. Her gece kitap okurlar. 20-30 dakika kitap faslından sonra oğlum çoğunlukla kitap elinde uyur kalır, kızım ise uykuya geçeceğinde beni çağırır. Üzerini örterim, iyi geceler öpücüğünü veririm ve ışığını kapatırım. Tamaen kendime ayırdığım saat gelmiştir artık. İnternette yapılacak işlerim varsa onları yaparım, bloğumun günlük düzenlemeleri ve incelemelerine göz atarım. İnternet gezintim bitince TVden radyo Nostalji ya da Virgin radyo eşliğinde kitap okurum. Yarınki yemekler ve diğer işleri gözden geçirir, çocukları kontrol eder 24:00 - 01:00 arasında yatağıma yatarım.

Deliksiz uyku derler ya hani, işte uyuduğumda tam dedikleri gibi deliksiz bir uyku çekerim. Belkide bu yüzden 5-6 saat uyku bana yetiyor.

Şimdi belki içinizden "iyide bunlardan bize ne" diyenler çıkabilir. Beni okurken benim hakkımda olumlu ya da olumsuz yorumlarda bulunmadan önce benim hakkımda biraz da olsa bilginiz olsun istedim. Umarım sıkmamışımdır...

Not: Resimdeki ben değilim. Ben elektrikli süpürge kullanırım, benim çocuklar büyük ve de ben erkeğim. :)

AŞK BİTTİ





Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım

Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle...

Yazar : AHMET TELLİ

26 Aralık 2010 Pazar

Ücreti Ne Kadar?





Soğuk bir kış gecesinde eve dönerken, sarhoşa benzeyen bir adam gördüm. Bir sağa bir sola yalpalıyordu. Ve yanındaki direğe sarılmıştı.

Bir vitrine bakıyormuş gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim. Otuz yaşın üstünde olmalıydı. Kendisine biraz daha sokuldum. Üstü başı son derece temizdi. Yanındn geçen bazı kişiler, yüksek sesle konuşarak içki içmenin kötülüğünden bahsediyor, bazıları da alay edip gülüyorlardı.

Yavaşça yanına gidip:
- İyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyacınız var mı?

Dudaklarından, iniltiye benzeyen tek bir kelime çıktı:
- Hastayım!..

Düşmemesi için, bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Akşam vakitlerinde kesilen kar yağışı tekrar başlamış ve yavaş yavaş buzlanmaya başlayan yollarda, birbiriyle yarışan sokak köpeklerinin dışında bir hayat emaresi kalmamıştı.

Araba bulmaktan ümidimi kestiğim sırada, yanımda bir taksi duruverdi. Şoföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektiğini söyledim. Hastamızı arka koltuğa yatırarak hastaneye götürdük ve verilen serum tamamlanana kadar başucunda bekledik.

Nöbetçi doktor, hastayı en azından donmaktan kurtardığımızı ifade ediyor, genç adam ise, henüz konuşamadığı için, bize bakıp gülümsemekle yetiniyordu. Şoför de yanımdaydı... Hastamız bir süre sonra kendine geldi. Onu tekrar arabaya bindirip evine götürdük.

Hastamızın eşi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiğinden müthiş bir paniğe kapılmış ve oğlunu da alarak sokağa fırlamıştı. Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinç içinde kucaklaştılar.

Saatlerce süren yorgunluğumuzdan eser bile kalmamış, bize nasıl teşekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolmuştu.

Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumu sordum.

Başını sallayarak:
- Borçlu değil, alacaklısın dostum!.. dedi. Çünkü böyle bir iyiliğe beni de ortak ettin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bir adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için, alacaklı duruma düştün.

O mert adamla kucaklaşıp ayrılırken, gecenin ayazını hissetmiyor ve evime yürüyerek dönmek istiyordum.

Kim bilir? Belki de yolumun üzerinde, yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Derviş-i Virane





Nereden başlasam diye günlerdir düşünüyordum.
en iyisi önce biraz Derviş'i tanıtmak dedim kendi kendime.
Kimdir bu Derviş.
Ne yer, ne içer.
Yaşı başı kaç.
Evli mi bekar mı?
Evli ise çoluk çocuk ne alemde?
Ne iş yapar, neleri sever nelere kızar?

İyi kızı el kötü kızı anası övermiş. El övmüyorsa ben de kendimi överim.

1970 doğumluyum ama kırk yaşında değilim. :) Bu nasıl oluyor derseniz "insan hissettiği yaştadır" derim. ara da bir 50-60 yaşında hissetsemde çoğunlukla kendimi 19 yaşında hissederim. Eylül 2010 a kadar evli ve 2 çocukluydum ama Eylülden bu yana evsiz ve 2 çocukluyum. 17 yıllık evliliği anlaşmalı 17 dakikada sonlandırdık. İleride belki bunun nedenlerine girerim ama şimdilik düşünmüyorum. Oğlumu, kızımı ve çeketimi alıp geçmişe bir elvada diyerek yeni bir eve geçtim. Üç aydan fazla oldu hem anne hem baba olmaya çalışıyorum. Eskisinden iki kat yoruluyorum ama kafam eskisinden kırk kat rahat. 17 yıl aradan sonra yeniden yemek yapmayı öğrendim. Çamaşır bulaşık ev temizliği vb şeylerde kızlarla yarışacak dereceye geldim sayılır. Oğlum Anadolu lisesi 1. sınıfta, kızım ilköğretim 7. sınıfta okuyor. Onlar benim enerji kaynağım.

Mesleğimi Sevgili Sis'in yorumlarından öğrenenler vardır belki ama ben bir kez de buradan yazayım: Paytar. Nam-ı diğer Veteriner Hekim. Kırk kez dünyaya gelsem herhalde kırkında da paytar olmak isterdim. Lisede öğretmenlerimiz sorduğunda herkes doktor, mühendis, öğretmen olacağım derken, ben veteriner hekim demiştim ve tm sınıf gülmüştü. Ben dediğimi yaptım. :) Hiçte pişman olmadım. Hem zevk alarak işimi yapıyorum hem de para kazanıyorum. "Sevdiğiniz bir işi seçin, böylelikle hayatınızda bir gün bile olsun çalışmak zorunda kalmamış olursunuz." misali ben hiç çalışmak zorunda kalmadım.

Hayat felsefemi anlatan bir kaç söz vardır.
- Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma
- Tecavüz zorunluysa zevkini çıkar
- Küstüğüm dağın odununu yedi sene kesmem
- Bu da geçer
- Hiç bir şey göründüğü gibi değildir
- Mükemmellik ayrıntıda gizlidir
- Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol
- Ne olursan ol gel....

Şimdilik aklıma gelenler bu kadar. Çok özel olmadıkça sormak istedikleriniz varsa cevap vermeye çalışırım. Tüm sorularınıza cevap veririm diye söz veremem ama verdiğim tüm cevapların doğru olacağına söz veririm...

Hoşca ve Dostca kalın

24 Aralık 2010 Cuma

Kişisel Yazı





Zeki Müren'in,

"Sevgi dolu bir dünyam var dört yanımda tüm insanlar
Dünya malı neye yarar dostluklarla yaşıyorum
Şiirlerde romanlarda
Gelmiş geçmiş zamanlarda
Tamburlarda kemanlarda şarkılarla yaşıyorum
Sevgilerden nakışlarla mutlu mutsuz bakışlarla
Kalpten kalbe akışlarla yaşıyorum

Ben de sevdim bir zamanlar içimde bin hatıra var
Herkes hayatını yaşar anılarla yaşıyorum
Ne köşklerde ne sarayda
Ne dünyada ne de ayda
Benim yerim çok uzakta dualarla yaşıyorum
Şarkılara duygu seren çilelere göğüs geren
Dertli gönüllere giren işte benim zeki müren

Kimsesizlerin kimsesiziyim kimsesizim
Yalnızların yalnızıyım yalnızım
Dertlilerin dertlisiyim dertliyim
Aşıkların aşkıyım aşıkım
İsmim mesut göbek adım bahtiyar
Yıllarca hep böyle bildiniz siz
Mesut Bahtiyar'dan şarkılar dinlediniz"

dediği gibiyim ben de. Sevgi dolu bir dünyam ve dört yanımda bir sürü insanlar var. Dünya malım yok denecek kadar az. Özellikle hikaye, fıkra, kitap, şarkı ve şiirlerle yaşarım. Bu bloğu açtığım günden bu yana yayınladığım yazıların çoğu alıntıydı. Ve şu an için yaklaşık 250 izleyicisi olan bu blogta beni gerçek hayatta tanıyan 3-4 kişi ya vardır ya yoktur. Adresini 4 kişiye verdim ama daha sonra sorduğumda hepsi "henüz bakma fırsatım olmadı""adresi neydi" vb şeyler dediler ve ben de ikinci bir kez adresi vermedim. eğer beni gerçek hayatta tanıyıp bu bloğu okuyan varsa bundan sonra yazılacak yazıları okumasına gerek yok. Okursa da okumamış gibi davransın lütfen. Bu bloğun bana ait olduğunu bilen sanal dostlarım da var. Gerçek adımı adresimi vs bilirler. Hiç bir zaman yüz yüze gelmediğimiz ve gelmeyeceğimiz bu dostlar da buradaki yazılarımı okurlarsa her hangi bir blogtaki tanımadıkları birinin yazıları olarak okusunlar lütfen. Bundan sonra sık sık kendimden yazılar yazmaya çalışacağım. Bu bazen yıllar önce yaşadığım bir anı olabilir, bazen mesleki bir olay olabilir ya da bir duygu düşünce paylaşımı olabilir. Yıllarca Derviş,ten hikayeler okudunuz. Biraz da Derviş kimdir, nasıl biridir ne yer ne içer ne düşünür gibi şeyler okumak isterseniz kapım her zaman açık. Bundan önceki yazılara yazılan yorumlara cevap yazmıyordum. Benim çok izlenme çok yorumlanma vb bir kaygım yok. İzleyicilerin hepsi kendi isteği ile izlemeye aldı. yorumları okumak büyük bir keyif. ama onlara cevap yazıp yorum sayısını artırmak için kasmak ya da ne çok izleyicim var bunu nasıl değerlendiririm gibi bir düşüncem olmadı. bu blogta hiç bir zaman reklam ya da ticari bir unsur olmayacaktır. Yayınladığım hikaye, yazı, şiir, şarkı, video vb şeylerden birinde bir kişinin yüreğine dokunabildiysem ne mutlu bana.

23 Aralık 2010 Perşembe

Bir Hırsızın Portresi





Bir kapı kapanır bir kapı açılır
Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen in portresini yapmak için görevlendirilmişti.
Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu.
Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı.

Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen e yeterince benzediği görüşündeydi.

Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti.

Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı, ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti.
Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu, " Portreyi size benzemediği için
reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?"
Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu. Aylar sonra, Macar
Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı.
Kelen in telefonu çalmaya başladı.
Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi" etiketiyle teshir edildiğini gördü.

Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi.
Müdür reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti.
Bunun üzerine müdür Kelen in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı.
Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı.
Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, ayni zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dönüşmüştü.
Çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatının eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.
Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti.
Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol düşündü.
Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti :
Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder, çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Bir Sıçradın Çekirge, İki Sıçradın Çekirge





I. Murat zamanında Bursa’da ihtiyar bir eskici varmış. Eskici ve karısı basit, temiz, yoksul bir yaşam sürerlermiş.

Günlerden bir gün eskicinin karısı hamama gitmiş. Yıkanıp çıktıktan sonra, soyunduğu yerde bohçasını bulamamış. Bohçayı koyduğu yerde, değerli halılar üzerinde işlemeli kadife bohçalar, sedefli takunyalar olduğunu görünce, hamamcı kadına sormuş. O da;

—Buraya Müneccimbaşının hanımı soyundu. Senin bohçanı soğukluğa koyduk. Orada giyiniver, demiş.

Bu hareket zavallı kadına çok dokunmuş. Ağlamış, üzülmüş. Fakir, silik, parasız, rütbesiz bir adamın karısı olduğuna yanmış. Bu üzüntü ile akşam yorgun argın eve gelen kocasına “-ya müneccimbaşı olursun, ya da beni boşarsın” diye diretmiş.

Çaresiz kalan ihtiyar eskici, ertesi sabah bir çekmece, biraz kâğıt, bir divit alarak, işlek bir yol üzerinde oturup müneccimliğe başlamış. İçinden de;

—Yarabbi, halimi sen biliyorsun. Bunca yıllık yuvam yıkılmasın, sana sığındım, beni utandırma, diye yalvarmış. İlk müşteri olarak varlıklı bir hanım gelmiş, telaşla:

—Aman müneccim efendi, demiş. İri elmas taşlı, çok değerli bir yüzüğüm vardı, kaybettim. Hiçbir müneccim bilemedi. Bir de sen bak.

Besmele ile önündeki kâğıda bir şeyler çiziktirmeye başlayan yaşlı adamın içine doğmuş, birden:

—Ya hatun, demiş. Senin yüzüğün bir hayvan kursağında görünüyor.

Hemen eve koşan kadın, hamur yoğurduktan sonra ellerini yıkadığı, evin bahçesindeki çeşmenin kenarında unuttuğu yüzüğü, hindilerin yutmuş olabileceğini düşünmüş. Nitekim hindilerden birinin kursağında yüzük bulunmuş.

O günden sonra ihtiyar eskici müşteriden başını alamaz olmuş. Attıklarının da hepsi tutuyormuş. Ünü yaygınlaşmış, kazancı artmış. Namı, Sultan Murat Hüdavendigâr’a kadar ulaşmış. Meğer padişahın da kocaman pırlanta taşlı bir yüzüğü kaybolmuş. Padişah yüzüğün hemen bulunmasını emretmiş. İhtiyar müneccim zaman kazanmak için:

—Şevketlim, demiş. Emriniz başım üstüne. Lakin bu yüzük padişah yüzüğüdür. Öyle halktan birinin haceti gibi kolay bulunmaz. İşimi gücümü bırakıp 40 gün 40 gece esaslı okumam ve çalan adamı davul gibi şişirmem gerekir. Bana 40 gün izin.

Padişah kabul etmiş. Ertesi günden itibaren sabah, öğle, akşam saray tablakârları, müneccimin evine yemek taşımaya başlamışlar. Tablakârların başındaki haremağası her gelişinde: "Buyurun efendim, bunlar etliler, bunlar sütlüler, bunlar tatlılar. Afiyetle yiyip; Şevketli efendimize de dua edin", dermiş.

Arap kapıya geldikçe, ihtiyar başına bu işleri açan karısına dönüp bağırırmış:

—Hatun, hatuuun… Kaldı otuz dokuz günümüz.

Harem ağası kapıya gelip, müneccim de her seferinde şu kadar kaldı, bu kadar kaldı diye seslendikçe, harem ağasında bir heyecan başlamış.

Nihayet bir gün yemekleri verip tablakârları uzaklaştıran haremağası eskicinin ayaklarına kapanmış:

— Allah aşkına müneccim efendi, şu okumayı kes. Karnım davul gibi şişmeye başladı. Neredeyse pat diye patlayacağım. Ben çaldım yüzüğü, demiş.


Yufka yürekli ihtiyar, yüzüğü almış ve 40 günün sonunda yüzüğü verince Sultan Murat hayret etmiş. İhtiyarı müneccimbaşı yapmış, eskisini de O’nun emrine vermiş. Ayrıca bir dileği olup olmadığını sormuş. İhtiyar da karısının hamamda uğradığı hakaret yüzünden bu hallere geldiğini anımsayarak, o hamamı istemiş.

Buraya kadar Allah’ın yardımıyla başarıya ulaşan Müneccimbaşı, padişahın başka bir işi olursa ne halt edeceğini düşündükçe uyku tutmaz olmuş. Varıp, görevden affını istemeye karar vermiş.

Bu niyetle saraya gitmiş. Bahçede gezinen Padişah, müneccimbaşını huzura almış. O daha söze başlamadan, kapalı avucunu uzatarak sormuş:

—Bil bakalı müneccimbaşı, avucumun içinde ne var?

Bileceğini hiç ummayan ihtiyar, kendi kendine söylenmiş:

—Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüde yakalanırsın çekirge, deyince padişah avucunu açmış, elindeki çekirgeyi göstererek, seni kutlarım, demiş.

Anne Kıymeti





1 yaşındayken sizi şefkatle kucaklayıp, elleriyle doyurdu.. Bütün gece ağlayıp, onu uyutmayarak teşekkür etiniz

2 yaşındayken elinizden tuttu, size yürümeyi öğretti size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz

3 yaşındayken size özenle yemekler hazırladı tabağınızda ne var ne yok masanın üstüne boca ederek teşekkür ettiniz

4 yaşındayken elinize rengarenk kalemler tutuşturdu evin bütün duvarlarına resimler yaparak teşekkür ettiniz

5 yaşındayken sizi en güzel kıyafetlerle giydirdi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz

6 yaşındayken okuldan o kadar korkuyordunuz ki, ilk gün sizi o götürdü sokaklarda "gitmiyceeeeeeem" diye ağlayarak teşekkür ettiniz

7 yaşındayken size bir top hediye etti komşunun camını aşağı indirerek teşekkür ettiniz

10 yaşındayken arkadaşlarınızın doğum günülerinden okulunuza kadar sizi her yere o götürdü elinden fırlayıp giderken arkanıza bile bakmayarak teşekkür ettiniz

11 yaşındayken sizi arkadaşlarınızla sinemaya götürdü "sen bizimle oturma" diyerek teşekkür ettiniz

15 yaşındayken sizi şehir dışına yaz kampına gönderdi bir kerecik bile aramayarak teşekkür ettiniz

17 yaşındayken arkadaşlarınızla yemeğe gitmenize izin verdi bir telefon bile etmeden gece yarısı eve dönerek teşekkür ettiniz.

19 yaşındayken üniversiteyi kazandınız; okul masraflarınızı karşıladı, sizi arabayla kalacağınız yere kadar götürdü. Sonra da özenle hazırladığı eşyalarınızı taşıdı arkadaşlarınız alay etmesin diye kapıda vedalaşıp göndererek teşekkür ettiniz

21 yaşındayken hiç yanlış yapmayasınız diye size hayatla ilgili fikir vermek istedi "merak etme ben senin gibi olmiycam" diyerek teşekkür ettiniz

22 yaşındaydınız; mezuniyet töreninizde ışıl ışıl gözleriyle sizin yanınızda oldu siz, sizi siz yapan o elleri öpmeden arkadaşlarınızla eğlenmeye giderek teşekkür ettiniz

24 yaşınızdayken evlenmeyi düşündüğünüz insanla tanışmak istedi "zamanını ben bilirim" diye tersleyerek teşekkür ettiniz

25 yaşınızdaydınız evlendiğinizde. Sizi kaybetmenin hüznü bir yana düğününüz için gecesini gündüzüne kattı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz

30 yaşınızdayken bir bebeğiniz oldu. Bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi "artık bu ilkel yöntemleri bırak" diyerek teşekkür ettiniz

40 yaşınızdayken sizi arayıp kardeşinizin doğum gününü hatırlattı "anne işim başımdan aşkın" diyerek teşekkür ettiniz

50 yaşınızdayken o çok hastalandı, bir hafta sonu görmeye gittiniz; çocuklar gibi sevindi. Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz

derken bir gün; ki yaşınızın aklınızdan silindiği bir gündü..... O öldü! O güne kadar söylemediğiniz ne varsa gelip boğazınıza düğümlendi o an. Onun için yapmadığınız herşey kalbinize yıldırım gibi düştü... İlk adımınızdan tutun da kaşığı ilk elinize alışınıza, kalemi ilk tutuşunuza kadar her anınızı düşündünüz. Her anınız yaş oldu süzüldü gözlerinizden. Ve belli belirsiz fısıldadınız: "teşekkür ederim...herşey için.... Teşekkür ederim." ama maalesef o sizi duymadı.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Beynimizdeki Kilitler





Herkes ünlü sihirbaz Harry Houdini'nin adını duymustur.

Yanına hiçbir gerec almadan, yalnızca giysileriyle girdiği herhangi bir hapishaneden bir
saatten önce kurtulacağını iddia eder ve bununla övünürdü.
İngiliz Adalar'ındaki küçük bir kasaba Houdini'yi davet etti. Houdini kasabanın yeni hapishanesine geldiğinde, hapishanedeki bir hücreye yerlestirildi. Heyecan doruktaydı. Kapılar kapandığında hiç kimse onun o hücreden çıkabileceğine inanmıyordu.

Houdini'nin kemerinde yirmibeş santimlik bir çelik parçası vardı ve bütün
kilitleri onunla açardı. Otuzuncu dakikanın sonunda, yüzündeki kendine
güven ifadesi yok olmuştu. Bir saat dolduğunda artık ter dökmeye başlamıştı.

Ikinci saatin sonunda kapının uzerine yığıldı ve kapı o anda kendiliğinden açıldı. Kapıyı kilitlememişlerdi. Kapı yalnızca Houdini'nin kafasında kilitliydi. Biraz itse açılacaktı kapı, ama kapının kilitli olduğunu düşündüğü için bunu denemedi bile.

Şans kapıları da aynen boyledir. Kilitli olduklarını düşünüp, açmayı denemeyiz bile. Fakat bazen yapmanız gereken tek şey, şöyle hafifçe dokunuvermektir kapıya.

17 Aralık 2010 Cuma

Kendime Yeni Bir Ben Lazım





Tam benlik bir şarkı :)


16 Aralık 2010 Perşembe

Köprüleri Yakmak






Zordur köprüleri yakmak... Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için, bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek ve içinde her nasılsa saklanmayı başarmış bir ya­rın heyecanının kanadına tutunarak havalan­mak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü ço­cuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dörtnala ileri atılmak, yaman bir karara dönüşür.
Zordur insanın onca zaman, bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup ama mağ­rur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyet­lenmesi... Bugüne yenik düşenler, yarını sade­ce hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde yaşar­lar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan ge­milerle, arkalarında külden köprüler bırakarak meçhul bir istikbale doğru dümen kırarlar...
Yakılan sırat köprüsüdür. Geçer ve orada kalırsınız: cennetse cennet, cehennemse cehennem... dönüşü yoktur...

* * *

Clint Eastwood'un son filmi "Madison Kasabasının Köp­rüleri" çoğumuza bir kez daha ruhumuzun derinliklerinde saklanan o yakılası köprüleri hatırlattı. Hayatı, sohbetsiz sofralara yemek hazırlamaktan ibaret, kendi halinde bir ev kadınının günün birinde kapıyı çalıveren bir yabancıyla ya­şadığı 4 günlük "yasak ilişki", içimizdeki şeytanın kapıları­nı çaldı. 40 yıl kendirli, kendinden bile saklamış bir kadının, 4 gün içinde kendisiyle tanışması ve 40 yıldır ıskaladığı bir mutluluğu bir "yabancı"da yakalaması, dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere pek tanıdık bir duygu gibi geldi.
Sinema çıkışında ellerindeki küçük mendilleri gizli gizli göz pınarlarına bastıran hanımlarla, yaşlı gözlerini kara gözlüklerinin ardına saklamaya çalışan beyler, yasak bir
İlişkiye gözyaşlarıyla onay veriyorlardı adeta...
Yolboyu eşler birbirlerini yokladı, ihmal edil­miş heyecanlar çıkarıldı naftalinli sandıklar­dan... Kimi, köprüleri yeniden kurmanın yolla­rını aradı, kimi yakma vaktinin gelip de geçtiği­ni düşünürken...

* * *

Lakin zordur köprüleri yakmak...
Meçhul bir istikbal uğruna bugününden vaz­geçmek korkutur insanları... Mazinin hatıraları taze, dostluklar sıcak, kurulu düzen güvenlidir. Nitekim filmin kadın kahramanı da kendi köp­rülerini yakmaktan son anda vazgeçer. Ruhu­nun köprüleri yerine, cesedini ateşe vererek, bir imkansız aşkı, küllerin buluştuğu öbür dünyaya erteler.
Köprüleri yakmak cesaret ister... ama siz kararsızlanırken köprünün karşısından ışıl ışıl yeni bir hayat umudu inatla gülümser insana... Bir elle bugünün yerleşik­liğine tutunurken, öbürüyle yarın macerasına uzanmaya çalışır, arada çırpınır durursunuz.
Belki orayı bilmemek, bilmekten iyidir. Bilip de gidememek en beteridir çünkü...

* * *

Sinema çıkışında izleyicilerin düşünce balonlarında köp­rüler sallanıyordu. Eşler yolboyu birlikteliklerinin muhasebesini yaptılar, kimileri işi cesur bir hesaplaşmaya dönüştü­rerek, kimi kaygılarını dillendirmeye çekinerek...
Kimi evlerde eski aşklar tazelendi ve yeni köprüler ku­ruldu, ihmal edilmiş diyaloglardan... Kimi evlerde ise yeni­den sohbetsiz sofralara dönüldü... Rahat oturma odaları­nın kurulu düzenlerine sarılanlar, heyecan dolu bir aşkı beyinlerinde büyüterek kaşıkladılar yemeklerini..
...ve ertelediler, ruhlarının köprülerini kavuracak bir heyecan ateşini; o ateşin ancak cesaretlerini yakacağı güne kadar...

Can Dündar

14 Aralık 2010 Salı

ÖNYARGI





DÜRÜSTLÜK






" Toplantıya gideceğim.Baktım geç kalma ihtimalim var,bindim bir taksiye,muhabbetçi bir arkadaş.O anlatıyor ben dinliyorum.Tam işyerinin önüne geldik.Ankara'da Bakanlıklar.Diyelim ki. taksi parası 9.75 TL tuttu,ben 10 TL uzattım.Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya,taksici üstünü arıyormuş gibi yapar,siz de para üstünü alabılmek için bir ayak dışarda,inmemek için debelenirsiniz.Tam o sahne olacak.Şoför,para üstü varmı diye aranmaya başladı.

"Üstü kalsın kardeşim"dedim.

Döndü bana doğru

"Vaktin varmı ağabey ?" dedi.

"Evet" dedim (tek ayağım hala dışarda)

Dörtlülere bastı,trafik dört şerit akıyor,indi araçtan.Önde bir büfe var.Gitti oraya,bir şeyler konuşup geldi.Bana 25 Krş uzattı.Belli ki para bozdurmuş.

"Birader" dedim,"9.75 değil,10.50 yazssa istermiydin 50 krş.benden?"

-Ne alacağım ağabey 50 krş.u

-Peki niye gittin 25 krş.için o kadar uğraştın.üstü kalsın demiştim.

Döndü bana,attı kolunu arkaya :

-Vaktin varmı ağabey

-Var

-Çek kapıyı o zaman

Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız.

5 dk.konuştuk.İngiltere'de profösüründen,bilmem kiminden eğitimler aldım.O taksicinin 5 dk.da öğrettiklerini,ingiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler.

Ağabey biz Keçiören'de 5 kardeşiz.Babam rençberdi benim,günlük yevmiyeye giderdi;artık inşaat falan bulursa çalışır gelir,o gün iş bulamamışsa,biz eve gelişinden,yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik.Yemek bitince babam bize"Durun kalkmayın" derdi.Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.

"Aha" dedim,"Bizim meslek",seminerci.

- Ne anlatırdı baban

- Hayattta nasıl başarılı olunur ?

O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor,sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.

-Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi,delik bir çorapla pantalonun ceplerini çıkarır,dört kardeşi karşısına alıp "Dürüst olun,evinize haram lokma sokmayın" diye anlatırken ,biz de gülerdik. Annem kızardı,"Babanızla alay etmeyin.O, hem dürüst hem de çalışkandır" derdi. Yan evde iki kardeiş var,onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor,ama adamda her numara vardı,kumar falan oynatırdı.Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı,hep o ikisinin eskilerini kullandık.O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık,çünkü bize bahşiş verirdi.Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye,para falan hak getire.Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü.yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartıman,işleyen birahane,dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktıbiliyormusunuz ?

-Ne bıraktı ?

-Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : "Evladım işinizi dürüst yapın,hakkınız olmayan parayı almayın..."falan filan. Ağabey aradan 15 yıl geçti,diğer 2 kardeş cezaevindeler,ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.

Biz 5 kardeş,beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var hepimizin birer ailesi,çoluk çocuğu,hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :

"Asıl mirası bizim baba bırakmış."

Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri,taksimetrenin yazmadığı 10 krş.u evimize sokmadık.Her şeyimiz var Allah'a şükür.

Çok duygulandım,veda ettim,tam ineceğim :

-Dur ağabey,asıl bomba şimdi.

-Nedir bomban ?

-Nerede oturuyoruz biliyormusun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.

Evladınıza ne araba bırakırsınız,ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.

(A.Şerif İzgören kitabından)

12 Aralık 2010 Pazar

İki Kelimeydi Sana Söyleyemediğim





İki kelimeyi bir araya getiremeden yaşadım yıllarca ! Ben ne zaman konuşmak ya da yazmak istesem Ali topu at kadar saçmalaşırdı cümleler…Konuşmama hakkımı kullanırdım herzaman…Bu yüzden okul yıllarında kara tahtada ismimi konuşanlar listesinde kimse göremedi.Konuşamadığım gibi yazamıyordum da ! Sırf bu yüzden kompozisyon sınavlarının açıklanan sonuçları alay konusu olurdu elli kişilik sınıflarda ! Ama dönem ödevlerini çok severdim bir tek o zaman yazabiliyordum çünkü ! Cümleler korsan oluyordu…Yaldızlı bir ansiklopedi kurtarırdı beni her defasında ! İŞte bu şekilde beceriksiz cümleler kullanarak bitti bitmez dediğim lise !

Bu iki kelimeyi bir araya getirememe durumu ikili ilişkilerimde de her defasında bir depreme yol acardı! ne zaman bir kızdan hoşlansam iki kelime edemeden çeker giderdi yanımdan..kısa keserdik cümleler gibi aşklarıda her seferinde ! yarım düşerdik sevdalara yarım kalırdık ! Benim bu yüzden hiç yazılmış şiirim olmadı defter aralarında…ya da adım geçmedi bir kitapta ! kimse yaşadığım ilişkinin dedikodusunu yapmadı,benim anlatacak hiç aşk hikayem olmadı…çünkü ben ne zaman konuşmak istesem ali topu at kadar saçmalaşırdı cümleler !

Liseden sonra bitti askerlik…derken bir kız çıktı karşıma…yeni doğmuş bir bebek kadar masum televizyonda gördüğüm mankenler kadar güzeldi.Bu kez cümleler gibi kısa bitsin istemiyordum.çünkü ben adını bile söyleyemediğim bu kıza aşık olmuştum.Her gece uzatırdım evimin yolunu zira evi ters bi yerde olduğu halde ! Tek düşüncem onu bir daha ne zaman ya da ne kadar görebileceğimdi !Geceleri yatağıma uzandığımda artık süperman gibi uçmayı değil onunla geçicek bir ömrü düşlemeye başlamıştım.Tam aynayı güneşe doğru çevirmiştim ki o şirin kız da diğerleri gibi kısa kesip bir kelime bile söylemeden çekip gitti…

Oysa ben ona tam iki çift söz etmeye hazırlanıyordum ama tek kelime bile edemeden yarım kalmıştı yine cümlem ! Ama bu cümle diğerlerinden farklıydı bu kez ! İlk defa aşık olmuştum ! Üzerime giydiğim kıştan kalma gömleği çıkarıp ilkbaharı asmıştım omuzlarıma ! Ama onun bu kısa kesmişliğiyle ben kahrettim kendimi ! Dünyada insanlar için yaratılan hiçbir nesne beni mutlu etmeye yetmedi !Hatta babamın doğumgünümde aldığı o pahalı hediye bile…

Günler ayları,aylar yılları getirdi…Geçip giden günlerle bende değiştim !Bugün iki şeyi farkettim !İlki şuydu : Onun gidişiyle binlerce kelime gelmiş aklıma ! Meğer kısa kesmek gerekirmiş bir aşkı yazabilmek için ! Şu sıralar binlerce kelimeyle evliyim ama bu kez sen yoksun ! Keşke yanımda olsaydın ! Artık iki kelimeden fazlasını konuşabiliyor hatta uzun cümleleri dahi tek nefeste söyleyebiliyorum.Ama son cümlesi eksik kalmış bu sevdamdan uzun zaman geçmişti.Ama ben dün onu sahilde yürürken gördüm…Gözlerimin o şirin kızı gördüğünde yaşadığı çocuksu heyecanı kelimelere dökebilseydim eğer kalın bir romanda sadece bu kısımdan bahsetmem gerekirdi ! Yanına gidip ona o iki kelimeyi söyleyecektim.Evet bu kez yapacaktım bunu ! Kendimi topladım ve hızlı adımlarla yanına gittim ama heyecandan olsa gerek ellerinden tuttuğu kişiyi farkededemedim ! Ayaklarıma ağır gelmiş olucam sendeledim biraz ! Şuurum bir süreliğine izine çıktı herhalde o an ! Çünkü ne yaptığımı tam olarak hatırlamıyorum…Tek bildiğim kendime geldiğimde benim çimlerin üstünde oturuyo oluşum onunsa orada olmadığıydı !Kimbilir bir gün bu yazıyı sende okursun belki inanmazsın bu kelimelerin tek sahibi oluşuma ! Ama senin kısa kesmişliğinden sonra bunun gibi birçok şey yazdım…Aklıma gelen ikinci konuysa : Senin romanlarımda yazılacak kadar uzun,anlatılacak kadar da kısa olmadığınmış ! Neyse kısa kesicem senin gibi ! Sana son cümlesi eksik kalmıştı dediğim bu sevdanın diğer yarısını okuyacaksın biraz sonra ! Sana iki kelime söyleyememiştim ya şimdi alt satıra yazıcam onu bu kısmı sadece sen oku olur mu ?

Benimle evlenir misin?

11 Aralık 2010 Cumartesi

Bir Çocuk Sevdim





Bir çocuk gördüm uzaklarda
Gözleri kederli hatta korkulu
Her şeye rağmen bir an gülümsedi çocuk
Sıcak sade ama biraz kuşkulu

Bir çocuk sevdim uzaklarda
Sanıyordum ki onun özlemi de buydu
O ise bir bakışta beni örtülerimden
Yalnızca yalnızca duygularıyla soydu

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Bir çocuk gördüm uzaklarda
Biraz çocuk biraz adam biraz hiçti
Ellerinde yaşlı zaman demetleri
Daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti

Bir çocuk sevdim uzaklarda
Bir elinde yarın öbür elinde dün
Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün
Dünyanın haline bakıp güldü geçti

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılıp küstü

Sezen Aksu

En İyi Karar




Günlerden bir gün..Bir değirmenci,oğlu ve eşeği birlikte kasabaya doğru yola çıkmışlar..
Niyetleri aslında çok yaşlanmış olan eşeklerini satmak ve birazda para kazanmakmış...

Sattıkları eşeğin parasıyla,kazandıkları parayıda birleştirerek iyi bir eşek satın almakmış..
Eşekleri yaşlı olduğundan pazarda dinç görünsün diye eşeği baba ,oğul sırtlarına alıp taşımaya başlamışlar...
Niyetleri pazara kadar eşeği yorulmadan götürüp orda iyi bir fiyata satmakmış..

Baba ve oğlu yolda öylece yürürlerken, yoldan geçen bir köylü..basmış kahkahayı...

-"Sizin aklınızdan zorunuzmu var..eşeğin eşeği olmak niye..Hiç eşek sırtta taşınırmı "demiş..

Değirmenci ile oğlu,eşeği yere indirmişler..çocuk eşeğe binmiş..yola düşmüşler..bir süre gittikten sonra üç köylüye daha rastlamışlar..
Köylüler den en yaşlısı, dayanamamış ve eşeğin sırtındaki çocuğa seslenmiş..

-"Hiç insaf yokmu sende..Ak sakallı babanı yürütmeye utanmıyormusun" demiş..
Değirmenci adamları haklı bulmuş ve oğlunu eşekten indirip kendisi eşeğin üzerine binmiş..oğluda yanında yürümeye başlamış...

Pazara giden yolda yine iki genç köylü kızına rastlamışlar...Kızlar eşeğin üzerindeki yaşlı değirmenciyi,yanında da yürüyen genç oğlunu görünce kızmışlar hemen..
-"Kocaman adamsın..yazık değilmi zavallı delikanlıyı yürütüyor,kendinde eşeğin üzerinde gidiyorsun hiç yakışık alıyormu "demişler..

Yaşlı değirmenci bakmış olacak gibi değil,herkes haklı...Çocuğu arkasına almış...eşeğin üzerinde birlikte pazara doğru yol almaya başlamışlar..

Bir süre yol aldıktan sonra..yolda dört köylü yaşlı adamla karşılaşmışlar...
Adamlar hemen kızmışlar değirmenciye...

-"Yahu sende hiç acıma duygusu yokmu, değirmenci..Yazık değilmi eşeğe,bu hayvana bu işkence yapılırmı hiç "demişler..

Değirmenci ne yapacağını şaşırmış...Oğluyla birlikte inmişler eşeğin sırtından..
yaya yürümeye başlamışlar.Eşek önlerinde kendisi ve oğlu arkadan yavaş yavaş pazara doğru yürümeye devam etmişler..

Yolda uzaktan gelen köylüleri görünce değirmenci zaten kendi kendine bir karar vermiş...
Köylüler değirmenciyi durdurup...

-"Hoppala ! önünüzde eşek boş gidiyor,siz yaya yürüyorsunuz...Hani üç eşek diye bir şarkı var ya...sanki sizin için söylenmiş" demişler..

Değirmenci artık kızgın,sabrı taşmış şekilde cevap vermiş..

-Doğru söylediniz...Ben eşek olmasam uyarmıydım sizlere...yol boyu herkesin dediğini yaptım...ama artık ister beğenin ister beğenmeyin...benim canım ne istiyorsa onu yapacağım...Kendim, oğlum ve eşeğimle ilgili en iyi kararı ben veririm demiş...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Köprü





Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yaşayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden birgün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık başgösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen bu anlaşmazlık,giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu.

İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar.

Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık , giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı
kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler
oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir
sessizlik yaşanmaya başladı.

Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Evsahibinden geçici bir iş
istedi: "Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak isterim" dedi. "Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm."

Büyük kardeşin aklına o an bir "iş" geldi. "Evet, sana göre bir işim var" dedi ve küçük kardeşinin çiftliğini işaret etti: "Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, buldozeriyle oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda,
otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var." Büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra marangoz
sordu:"Benden ne yapmamı istiyorsunuz?" dedi.

Büyük kardeş once kuşkusunu,sonra da kararını açıkladı:"Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir" dedi. "Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir şey yapacağım." Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi: "Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum" dedi. "Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın." İş arayan usta, başını salladı: "Sanırım durumu anladım, efendim" dedi. "Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen işime
başlayayım."

Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri
gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise,
tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya
koyuldu. Akşam güneş batarken o işini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük
kardeş ise alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu.

Çiftliğe gelir gelmez ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri,
yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Karşısında, yapılmasını
istediği, çit yoktu ama, derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan
görkemli bir köprü vardı. Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük
kardesinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde,
yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış
ve tam anlamıyla "usta işi" denilecek kusursuzlukta bir köprü
uzanıyordu.

Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen- şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini gördü. Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anladı. Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu.
"Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü sözlere karşın sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin" dedi ağabeyine. "Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel..."

Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar. Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü. "Gitme, dur, bekle" diye seslendi ona. "Sana yaptıracağım
birkaç iş daha var, çiftliğimde..."

Usta gülümsedi: "Ben buradaki işimi tamamladım, gitmem gerek" dedi ve ekledi: "Yapmam gereken daha birçok köprü var."

7 Aralık 2010 Salı

Servetim Olan Dostuma





Ömrümün beni yok saymasını istediğim bir anımdaydım.
Gökyüzü bile bana ağlıyordu sanki… gözyaşlarım yalnız kalmasın diye mi yoksa ağladığım anlaşılmasın diye mi bilmiyordum.Tek bildiğim yağmurdan sonraki gökkuşağını anımsatan ve bana ışıl ışıl bakan gözlerinin sıcaklığıydı.
Senin sıcacık bakışların benim içimi ısıtırken benim şaşkın bakışlarım da seni şaşırtıyordu.

Kimdin sen?

Neden bakmıştın bana?

Herkes farketmezken farketse bile umursamadan geçerken sen neden durmuştun yanı başımda,neden eğilip iyi olmadığımı göre göre iyimisin diye sormuştun bana….

Sonrası…

Sonra bir yerde oturup uzun uzun konuşmalar ben konuştum sen dinledin…,ayrılırken bir sonra ki görüşme için ümit etmeler.

Anlamıştın geçirdiğim zor zamanları ,dertlerimi ,sıkıntılarımı ve bırakmak istemiyordun beni ellerimi ….ben bile vazgeçmişken kendimden sen vazgeçmiyordun benden.şimdi ardıma dönüp baktığımda anlıyorum ki meğer bitti denilen yerde başlıyormuş bir çok sey..

Bütün yollarımın sonuna geldiğimi zannettiğimde bana yeni yollar gösterdiğinde anladım.Artık hayata dair bir umudum kalmadığı bir anda bana umudun ne olduğunu ve aslında hiç bitmeyeceğini anlattığında anladım.

Ve bazı insanların bazı arkadaşlarından dostum diye bahsederken gözlerinin neden ışıl ışıl açılıp hasretle kapandığını anladım.

Şimdi bu bir teşekkür mektubu mudur anlatamadığım duygularım mıdır bilmiyorum.
Ama şunu biliyorum sen de benim dostum diyeceğim ve hayatıma bu cümleyle devam edeceğim birisin.

Hiç yaşamanı istemesemde ,
Eğer bir gün bir yerde, bir yağmurda senle ağlarsa senin de yağmurdan sonra bir gökkuşağın ve sana ışıl ışıl sıcacık bakanının olması dileğiyle…

yazan:FULDEN ÇAKMAK

6 Aralık 2010 Pazartesi

Yapabileceğimin En İyisini Yaptım





Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.




Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden, kendimi çok kötü hissediyorum.
Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler
Baban


Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.



Babacığım,
Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.

Sevgiler
Davit





Ertesi gün sabaha karşı saat 04:00' de FBI ve yerel polis çıka geldi ve tüm sahayı kazdılar, lakin hiç bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler.


Ayni gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.


Babacığım,
Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.
Sevgiler
David



BİR GÜÇLÜKLE KARŞILAŞTIĞINIZDA, KENDİNİZE BIR KAÇIŞ YOLU DEĞİL, BİR ÇIKIŞ YOLU ARAYIN.

5 Aralık 2010 Pazar

Kalandır Terk Eden



Kimdi kalan, kimdi giden...
Giden mi suçludur herzaman!...
Ne zaman başlar ayrılıklar...
Dostluklar biter ne zaman...

Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden...
Aynı kalmıyordu hiçbir şey...
Değişiyordu herşey kendiliğinden...

Artık çözülmüştü ellerimiz...
Artık bölünmüştü yüreğimiz...
Birimiz söylemeliydi bunu...
Ötekini incitmeden...

Kimdi giden, kimdi kalan...
Aslında giden değil...
Kalandır terkeden...
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten !!!
Murathan MUNGAN

1 Aralık 2010 Çarşamba

FERHAT İLE ŞİRİN





Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirine sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirine olan duygularının ifadesi olduğu söylenir.

Amasya Sultanı Mehmene Banuya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirini vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. Şehir'e suyu getir, Şirin'i vereyim der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.

Ferhat'ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.

Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhata. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhata ulaşır. Ferhatın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin'in öldü. Bak sana helvasını getirdim der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat'ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten ŞİRİN ! seslenişleri yankılanır kayalarda.

Ferhat'ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat'ın yanına.

Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.

Popüler Yayınlar