30 Aralık 2011 Cuma

VERESİYE DEFTERİ





Muallim Ahmet Rıfkı..
Yıl 1915...
Çanakkale'de kızılca kıyametin koptuğu günler...
Aylardan Mayıs...
Vefa Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten
içeri girer.
Selâm verir Ahmet Rıfkı ama çocuklar selâma karşılık vermezler!..
Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır.
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak; "-Hocam, mahallemizde
eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale'ye gönüllü gittiler, ama siz
hâlâ buradasınız! Biz de gitmek istiyoruz, fakat yaşımız tutmuyor,
söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim
ne işe yarar?"
Muallim yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir.
Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir.
Ahmet Rıfkı'nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanımdır ve
Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar.
Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helâl etmesini ister.
Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhattin Adil
Efendiye uğrar ve şöyle der:
"Selâhaddin Amca, Allahın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan
düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum. Senden isteğim, anamı iaşesiz
bırakma! Kısmetse dönüşte borcumu öderim!"
Çeşitli cephelerde savaşa katılır.
19 Aralık 1915 günü şehit olur...
Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım
olduğundan hâdiseyi tevekkülle karşılar.
Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir.
"Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu
yatmasın!" der.
Selâhaddin Efendi şöyle cevap verir:
"Ayşe Hanım, sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir
de hesabı o çıkarsın!"
Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah'la birlikte dükkâna gider.
Selâhaddin Adil Efendi, "Ahmet Rıfkı" bölümünü açarak veresiye
defterini Gülşah'ın önüne koyar!
Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış
satırları gösterir.
Şöyle yazıyordur defterde:
"Bu hesap Ahmet Rıfkı'nın kanıyla ödenmiştir, vesselam!"

28 Aralık 2011 Çarşamba

Dostluk Ateşi






'Bir zamanlar Ali adında, fakir ama çok cesur bir adam vardı. Zengin ve yaşlı tüccar Ammar için çalışıyordu. Bir kış gecesi Ammar şöyle dedi: 'Kimse böyle bir geceyi dağın tepesinde, battaniyesiz ve yiyeceksiz geçiremez. Ama sizin paraya ihtiyacınız var ve eğer aranızdan bunu başarabilecek biri çıkarsa ona büyük bir ödül vereceğim. Eğer başaramazsa, o zaman 30 gün boyunca para almadan çalışacak.' Ali bu teklife cevap verdi: 'Yarın bu sınavı vereceğim!' Ama tüccarın dükkanından ayrıldıktan sonra Ali dışarıda buz gibi bir rüzgar estiğini gördü ve içini bir korku kapladı. Bunun üzerine en yakın arkadaşı Aydi'ye böyle bir iddiayı kabul etmekle delilik edip etmediğini sormaya karar verdi. Aydi onu dinledikten sonra bir süre düşünüp cevapladı: 'Ben sana yardım edeceğim. Yarın dağın tepesine çıktığında tam karşıya bak. Ben de seninkinin hemen karşısındaki dağın tepesinde olacağım ve bütün geceyi senin için yakacağım ateşin başında oturarak geçireceğim. Ateşe bak ve dostluğumuzu düşün -bu seni sıcak tutacaktır. Geceyi başarıyla geçireceksin, sonrasında ise ben senden bunun karşılığında bir şey isteyeceğim.' Ali iddiayı kazandı, para ödülünü aldı ve arkadaşının evine gitti: 'Benden bir karşılık istediğini söylemiştin' dedi. Aydi arkadaşını omuzlarından tuttu ve 'Evet, ama istediğim para değil' diye devam etti; 'Bana söz vermeni istiyorum, ne zaman benim hayatımda buz gibi rüzgarlar esse dostluk ateşini benim için yakacaksın.''

12 Aralık 2011 Pazartesi

YÜK




YÜK...
Hamalsan iki şey önemli oluyor senin için: Yük ve yol... Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa cereme çekiyorsun! Bunu düşünüyordum. Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden "Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!.." Nitekim çok geçmeden dedi ki: "Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!... "Ne molası dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!..." Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini "Sen de dinlen hadi" dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu ondan kuvvetli olduğumu bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu oturdu dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında... "Yükünü indirip sen de dinlen" demesine aldırmadım ona daha çok kızdım... Sonra yine durdu. Bana da "dinlenmemi" söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra "dinlenelim mi" diye sordu aksi aksi başımı salladım... Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde Uçuşan kara karasinekler sustu çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım... Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı içtim. Sonra koluma girerek; "Hadi kalk dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz. " Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım ama asıl anlattıkları iyi geldi bana. "Ben yılların hamalıyım dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda... Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu anlattığım bu insanlara ait...Halbuki bir yükü "taşımak" bizim işimiz"altında ezilmek" değil!. Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem. Ama sen kavuşursan o zamanlara aman ha kafanın içinde de sakın yük taşıma... Akşamları bırak ve hafifle... Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü. Bizim işimiz bugünü yarına taşımak bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var taşıdıklarımızı bekleyenler var... Okumanız bitince işi-gücü bırakın ve 10–15 saniye düşünün; bu kadar çırpınmanın sonunda çevremizde bir kişiyi dahi mutlu edemiyorsak bir sorun var demektir. Bazen bize küçük gelen ayrıntılar; karşımızdakini ömrünün sonuna kadar mutlu edebiliyor....

30 Aralık 2011 Cuma

VERESİYE DEFTERİ





Muallim Ahmet Rıfkı..
Yıl 1915...
Çanakkale'de kızılca kıyametin koptuğu günler...
Aylardan Mayıs...
Vefa Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten
içeri girer.
Selâm verir Ahmet Rıfkı ama çocuklar selâma karşılık vermezler!..
Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır.
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak; "-Hocam, mahallemizde
eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale'ye gönüllü gittiler, ama siz
hâlâ buradasınız! Biz de gitmek istiyoruz, fakat yaşımız tutmuyor,
söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim
ne işe yarar?"
Muallim yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir.
Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir.
Ahmet Rıfkı'nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanımdır ve
Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar.
Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helâl etmesini ister.
Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhattin Adil
Efendiye uğrar ve şöyle der:
"Selâhaddin Amca, Allahın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan
düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum. Senden isteğim, anamı iaşesiz
bırakma! Kısmetse dönüşte borcumu öderim!"
Çeşitli cephelerde savaşa katılır.
19 Aralık 1915 günü şehit olur...
Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım
olduğundan hâdiseyi tevekkülle karşılar.
Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir.
"Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu
yatmasın!" der.
Selâhaddin Efendi şöyle cevap verir:
"Ayşe Hanım, sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir
de hesabı o çıkarsın!"
Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah'la birlikte dükkâna gider.
Selâhaddin Adil Efendi, "Ahmet Rıfkı" bölümünü açarak veresiye
defterini Gülşah'ın önüne koyar!
Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış
satırları gösterir.
Şöyle yazıyordur defterde:
"Bu hesap Ahmet Rıfkı'nın kanıyla ödenmiştir, vesselam!"

28 Aralık 2011 Çarşamba

Dostluk Ateşi






'Bir zamanlar Ali adında, fakir ama çok cesur bir adam vardı. Zengin ve yaşlı tüccar Ammar için çalışıyordu. Bir kış gecesi Ammar şöyle dedi: 'Kimse böyle bir geceyi dağın tepesinde, battaniyesiz ve yiyeceksiz geçiremez. Ama sizin paraya ihtiyacınız var ve eğer aranızdan bunu başarabilecek biri çıkarsa ona büyük bir ödül vereceğim. Eğer başaramazsa, o zaman 30 gün boyunca para almadan çalışacak.' Ali bu teklife cevap verdi: 'Yarın bu sınavı vereceğim!' Ama tüccarın dükkanından ayrıldıktan sonra Ali dışarıda buz gibi bir rüzgar estiğini gördü ve içini bir korku kapladı. Bunun üzerine en yakın arkadaşı Aydi'ye böyle bir iddiayı kabul etmekle delilik edip etmediğini sormaya karar verdi. Aydi onu dinledikten sonra bir süre düşünüp cevapladı: 'Ben sana yardım edeceğim. Yarın dağın tepesine çıktığında tam karşıya bak. Ben de seninkinin hemen karşısındaki dağın tepesinde olacağım ve bütün geceyi senin için yakacağım ateşin başında oturarak geçireceğim. Ateşe bak ve dostluğumuzu düşün -bu seni sıcak tutacaktır. Geceyi başarıyla geçireceksin, sonrasında ise ben senden bunun karşılığında bir şey isteyeceğim.' Ali iddiayı kazandı, para ödülünü aldı ve arkadaşının evine gitti: 'Benden bir karşılık istediğini söylemiştin' dedi. Aydi arkadaşını omuzlarından tuttu ve 'Evet, ama istediğim para değil' diye devam etti; 'Bana söz vermeni istiyorum, ne zaman benim hayatımda buz gibi rüzgarlar esse dostluk ateşini benim için yakacaksın.''

12 Aralık 2011 Pazartesi

YÜK




YÜK...
Hamalsan iki şey önemli oluyor senin için: Yük ve yol... Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa cereme çekiyorsun! Bunu düşünüyordum. Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden "Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!.." Nitekim çok geçmeden dedi ki: "Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!... "Ne molası dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!..." Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini "Sen de dinlen hadi" dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu ondan kuvvetli olduğumu bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu oturdu dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında... "Yükünü indirip sen de dinlen" demesine aldırmadım ona daha çok kızdım... Sonra yine durdu. Bana da "dinlenmemi" söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra "dinlenelim mi" diye sordu aksi aksi başımı salladım... Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde Uçuşan kara karasinekler sustu çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım... Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı içtim. Sonra koluma girerek; "Hadi kalk dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz. " Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım ama asıl anlattıkları iyi geldi bana. "Ben yılların hamalıyım dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda... Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu anlattığım bu insanlara ait...Halbuki bir yükü "taşımak" bizim işimiz"altında ezilmek" değil!. Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem. Ama sen kavuşursan o zamanlara aman ha kafanın içinde de sakın yük taşıma... Akşamları bırak ve hafifle... Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü. Bizim işimiz bugünü yarına taşımak bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var taşıdıklarımızı bekleyenler var... Okumanız bitince işi-gücü bırakın ve 10–15 saniye düşünün; bu kadar çırpınmanın sonunda çevremizde bir kişiyi dahi mutlu edemiyorsak bir sorun var demektir. Bazen bize küçük gelen ayrıntılar; karşımızdakini ömrünün sonuna kadar mutlu edebiliyor....

Popüler Yayınlar