26 Kasım 2013 Salı

TANRI'NIN MAHKEMESİ

"Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün? Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor. Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış. Adam şaşkın, “Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.” Tanrı gülümsemiş, “Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş. Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak? ”Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş, “Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.” Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya. “Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı. “Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam. “Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı. “Peki dünyaya döndüğümde doğru yola görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam. “Ben bunun için siz insanların içine “vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.” “Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam. “Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı. “Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.” “Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?” “Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş tanrı. “Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? Ne kadar bilgi kazandınız?"

23 Eylül 2013 Pazartesi

Kendini Gerçekleştirmiş İnsan Nasıl Olur?

1- Bu insanlar, yaşamın her yönünü severler, şikâyet etmekle ya da olayların daha değişik olmasını istemekle vakit kaybetmezler. 2- Bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymalarına rağmen,ilişkilerinde bağımsız olmaya... özen gösterirler. 3- Sevgi anlayışları, sevdiklerine hiçbir değeri zorla kabul ettirmemeyi gerektirir. 4- Onay aramak gereksinimleri yoktur. Övgü ve ödül talep etmezler. 5- Çok açık ve dürüst konuşurlar, çünkü vermek istedikleri mesajları, başkalarını memnun etmek için dikkatli sözcükler arkasına gizlemezler. 6- Gülmeyi ve başkalarını güldürmeyi iyi bilirler. 7- Kendilerini şikâyet etmeden kabullenirler. Fiziksel benliklerini, sahteliklerle gizlemezler. 8- Doğal yaşamı takdir ederler. Başkalarına eğlenceli gelmeyen şeylerden zevk alma yetenekleri vardır. Gün batımını izlemek, ya da kırlarda küçük bir gezinti yapabilmek, doğum yapan bir kediyi izlemek onlar için mükemmel bir şeydir ve şükran duyarlar. 9- Başka insanları çok iyi anlarlar ve asla şaşırıp şok olmazlar. 10- Gereksiz kavgalarda asla taraf olmazlar. 11- Hastalık hastası değildirler. 12- Dürüsttürler, asla yalan söylemezler, olayları çarpıtmazlar. 13- İnsanlar hakkında konuşmaz, insanlarla konuşurlar. 14- Titizlik ya da düzenlilik gibi dertleri yoktur, verimli yaşamaya bakarlar. Organizasyon nevrozundan bağımsız oldukları için yaratıcıdırlar. 15- Bu insanların müthiş bir enerjileri vardır. Enerjileri doğaüstü değildir, yalnızca yaşamı ve yaşamdaki aktiviteleri sevmelerinin bir sonucudur. 16- Şiddetli bir merak duygusuna sahiptirler. Hep araştırır, yaşamlarının her anını kavramak isterler. Her insan, her varlık ve her olay, daha çok öğrenmek için bir fırsattır. 17- Başarısız olmaktan korkmazlar, hatta onu sevinçle kabul ederler. Bu insanlar, kendilerine zarar verecek duyguları yok etme ve kendilerine verdikleri değeri artıracak olanları doya doya yaşama yeteneğine sahiptirler. 18- Bu mutlu insanlar,asla kendilerini savunma gereksinimi duymazlar. Basitçe 'her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız. Anlaşmak zorunda değiliz' derler. Bir tartışmayı, kazanma ve karşısındakini konumunun yanlışlığına ikna etme gereksinimi duymadan, burada keserler. 19- Değerleri dar değildir. Kendilerini tüm insan ırkının bir parçası olarak görürler. Daha çok düşman öldürmekten sevinç duymazlar. 20- Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür ve hiçkimseyi kendilerinden önemli konuma getirmezler. 21- Başkalarının yeteneksizliğ i nedeni ile kazanmak yerine, zaferi kendi çabaları ile elde etmeyi yeğlerler. 22- Komşularının ne yaptığını fark etmezler, çünkü var olmakla meşguldürler. 23- En önemlisi bu insanlar 'KENDİLERİNİ SEVERLER'. Kendilerine acımak, kendilerini reddetmek, kendilerine öfkelenmek için zamanları yoktur. Elbette sorunları vardır, ama sorunların onları duygusal paralizasyona götürmesine izin vermezler. Tökezleyip düştüklerinde, tekrar ayağa kalkar ve sızlanmadan yaşamaya devam ederler. 24- Hatalı alanlardan bağımsız insanlar, mutluluğu kovalamazlar, sadece yaşarlar ve mutluluk onları bulur. Gerçekten nadir bulunan insanlardır, onlar için her gün mükemmeldir... * Dr. Wayne W. Dye

19 Eylül 2013 Perşembe

TİLKİLİK BELGESİ

Günün birinde bir tilki, ormanda genç bir tavşanla karşılaşmış. “ Sen nesin?” diye sormuş tavşan. Tilki: “Ben tilkiyim ve canım isterse seni yiyebilirim” demiş. “peki tilki olduğunu nasıl kanıtlayabilirsin?” diye sormuş tavşan. Tilki ne diyeceğini bilememiş, çünkü şimdiye kadar karşısına çıkan tavşanlardan hiçbiri ona böyle sorular sormamış, kaçmışlar.. Tavşan: “Tilki olduğuna dair yazılı bir kanıt gösterebilirsen sana inanırım” demiş. İnsan zihni de böyle işler. Yazılı bir şey gördüler mi hemen inanırlar. Yazılı ve basılı sözcüklerin insanlar üzerinde hipnotize edici bir etkisi vardır. Bu yüzden aptal gazetelere bile inanmaya devam ederler, çünkü yazılmış, basılmış bir şey bu, demek ki doğru olmalı diye düşünürler. Bu nedenledir ki yalan, sahte, uydurma ve ahmakça şeyler dolaşımda olmaya devam eder. Tilki doğru aslana koşup, ondan tilki olduğuna dair bir onay belgesi almış. Tavşanın beklediği yere geri dönüp belgeyi okumaya başlamış. Bu onu öylesine keyiflendirmiş ki, her paragrafın üzerinde dura dura, uzun uzun okumuş. Belgenin ana fikrini daha ilk satırlarda anlayan tavşan bir oyuktan içeri dalıp gözden kaybolmuş.. Tilki aslanın mağarasına geri dönmüş ve onu bir geyikle konuşurken bulmuş. Geyik: “Aslan olduğuna dair yazılı bir kanıt görmek istiyorum…” diyormuş. Aslan: “ Aç olmadığımda böyle bir şeyle uğraşmam gerekmez..Aç olduğumda ise yazılı şey görmene hiç gerek kalmaz.Zaten öğrenirsin…” Tilki aslana: “ Peki tavşan için bir belge almaya geldiğimde bunu bana niye söylemedin?.” diye sormuş. “Sevgili dostum” demiş aslan, “ belgeyi isteyenin bir tavşan olduğunu söyleseydin ya bana! Ben onu bazı sersem hayvanlara bu eğlenceyi öğreten ahmak insanoğlunun biri için sanmıştım.” Gerçek de böyledir. Onu görecek gözün varsa, anında görürsün. Gerçeğin kanıta ihtiyacı yoktur…

21 Ağustos 2013 Çarşamba

NE KADAR SEVİYOR/SEVİLİYORSUNUZ?

Geçenlerde yağan kar nedeniyle birçok kaza yaşandı. Bunlardan birisi zincirleme bir kazaya karışan ve çok şükür kendisine bir şey olmayan bir kadının başına geldi. Korkuya kapılan kadın ilk iş olarak eşini aradı ve eşinin ilk cevabı “Arabada bir şey var mı?” oldu… Bir başka kadının doktor randevusu vardı. Tek başına gitmeye çekindiği bir randevuydu. Fakat yakın bir akrabası olmadığından tek başına gitmesi gerekiyordu ve eşine söyledi ama gelemeyeceği için ısrar etmedi. Sadece randevu saatini söyledi ve dua istedi... Muayene sonucu korktuğu gibi olmadı, sonuç iyiydi. Eve geldi ve eşinin randevunun nasıl geçtiğiyle ilgili bir şeyler sormasını bekledi… Aradan on beş gün geçti. Hala bekliyor... Bir adam arabasından inerken kaydı ve düştü, ayak bileği incindi. (Sonradan kırık olduğu anlaşıldı.) Kapıda kendisini karşılayan eşi arkadaşıyla konuşuyordu. Adam canının yandığını, ayağının kırılmış olabileceğini söyledi. Ama kadın “Aaa, öyle mi?” diyerek arkadaşıyla konuşmaya devam etti, adam donakaldı... Hala donmuş durumda, duygusu yok... Bir başka adam babasının hasta olduğunu öğrendiği için akşam babasına uğramak istediğini söyleyince, eşi “Ama dışarıda yemek rezervasyonumuz vardı.” cevabını alınca üzüntüsünü içine attı... Ve daha birçok örnek... Her gün yaşadığımız, yaşattığımız... Kendimiz için önemli olan bir şeyi karşımız için aynı önemde görmediğimiz onca olayın içinde kalpler kırılıyor. İlişkiler can çekişiyor. Bazı önemli olaylar vardır, bunların ıskalanması telafisi zor aralıklar koyar insanların arasına. Sonra herkes unutmuş gibi yapar. Bazen çaresizlikten, bazen de durum acı verse de ilişkiyi bitirmek için yeterince büyük görülmediğinden... Fakat hesap bir gün kabardığında, çok küçük bir rüzgar gelir ve çok güçlü zannedilen ilişkiler dağılıp gider. Yıpranma yıllar sürer, yıkılması ise bir andır. Bazen hiç ummadığınız bir şey gelir ve sizin çok sağlam sandığınız her şeyi alır götürür. Küçük ihmaller, hiçbir zaman küçük değillerdir. Altlarında daha derin düşünceleri örterler. Bunların başında da “Sana değer vermiyorum!” düşüncesi vardır veya “Senin acın beni ilgilendirmiyor!” düşüncesi... İşte ruh birlikte eğlenebildiği ama birlikte acısını paylaşamadığı ruha karşı soğur. İnsan, karşısındaki insanın kendisini ne kadar sevdiğini verdiği hediyelerle ölçmez çoğu kere. Böyle durumlarda sınanır sevgi. Ve insan sınanana kadar ne kadar sevildiğini bilemez. Ne kadar sevdiğini de. Sevgi sınar çoğu kere ve bazıları kaybeder çok azı da kazanır... Bu günlerde kaybedenler çoğunlukta görünüyor. Sanıyorum ki bir nedeni de yanımızdakinin acısına duyarsızlaşmamız... Hep eğlenceli bir şeylerin peşinden koşmamız... Ve sadece kendimiz için yaşama çabamız... Oysaki yanımızdaki olmadan yaşayamayacağımızı unutuyoruz.

26 Kasım 2013 Salı

TANRI'NIN MAHKEMESİ

"Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün? Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor. Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış. Adam şaşkın, “Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.” Tanrı gülümsemiş, “Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş. Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak? ”Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş, “Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.” Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya. “Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı. “Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam. “Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı. “Peki dünyaya döndüğümde doğru yola görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam. “Ben bunun için siz insanların içine “vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.” “Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam. “Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı. “Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.” “Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?” “Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş tanrı. “Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? Ne kadar bilgi kazandınız?"

23 Eylül 2013 Pazartesi

Kendini Gerçekleştirmiş İnsan Nasıl Olur?

1- Bu insanlar, yaşamın her yönünü severler, şikâyet etmekle ya da olayların daha değişik olmasını istemekle vakit kaybetmezler. 2- Bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymalarına rağmen,ilişkilerinde bağımsız olmaya... özen gösterirler. 3- Sevgi anlayışları, sevdiklerine hiçbir değeri zorla kabul ettirmemeyi gerektirir. 4- Onay aramak gereksinimleri yoktur. Övgü ve ödül talep etmezler. 5- Çok açık ve dürüst konuşurlar, çünkü vermek istedikleri mesajları, başkalarını memnun etmek için dikkatli sözcükler arkasına gizlemezler. 6- Gülmeyi ve başkalarını güldürmeyi iyi bilirler. 7- Kendilerini şikâyet etmeden kabullenirler. Fiziksel benliklerini, sahteliklerle gizlemezler. 8- Doğal yaşamı takdir ederler. Başkalarına eğlenceli gelmeyen şeylerden zevk alma yetenekleri vardır. Gün batımını izlemek, ya da kırlarda küçük bir gezinti yapabilmek, doğum yapan bir kediyi izlemek onlar için mükemmel bir şeydir ve şükran duyarlar. 9- Başka insanları çok iyi anlarlar ve asla şaşırıp şok olmazlar. 10- Gereksiz kavgalarda asla taraf olmazlar. 11- Hastalık hastası değildirler. 12- Dürüsttürler, asla yalan söylemezler, olayları çarpıtmazlar. 13- İnsanlar hakkında konuşmaz, insanlarla konuşurlar. 14- Titizlik ya da düzenlilik gibi dertleri yoktur, verimli yaşamaya bakarlar. Organizasyon nevrozundan bağımsız oldukları için yaratıcıdırlar. 15- Bu insanların müthiş bir enerjileri vardır. Enerjileri doğaüstü değildir, yalnızca yaşamı ve yaşamdaki aktiviteleri sevmelerinin bir sonucudur. 16- Şiddetli bir merak duygusuna sahiptirler. Hep araştırır, yaşamlarının her anını kavramak isterler. Her insan, her varlık ve her olay, daha çok öğrenmek için bir fırsattır. 17- Başarısız olmaktan korkmazlar, hatta onu sevinçle kabul ederler. Bu insanlar, kendilerine zarar verecek duyguları yok etme ve kendilerine verdikleri değeri artıracak olanları doya doya yaşama yeteneğine sahiptirler. 18- Bu mutlu insanlar,asla kendilerini savunma gereksinimi duymazlar. Basitçe 'her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız. Anlaşmak zorunda değiliz' derler. Bir tartışmayı, kazanma ve karşısındakini konumunun yanlışlığına ikna etme gereksinimi duymadan, burada keserler. 19- Değerleri dar değildir. Kendilerini tüm insan ırkının bir parçası olarak görürler. Daha çok düşman öldürmekten sevinç duymazlar. 20- Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür ve hiçkimseyi kendilerinden önemli konuma getirmezler. 21- Başkalarının yeteneksizliğ i nedeni ile kazanmak yerine, zaferi kendi çabaları ile elde etmeyi yeğlerler. 22- Komşularının ne yaptığını fark etmezler, çünkü var olmakla meşguldürler. 23- En önemlisi bu insanlar 'KENDİLERİNİ SEVERLER'. Kendilerine acımak, kendilerini reddetmek, kendilerine öfkelenmek için zamanları yoktur. Elbette sorunları vardır, ama sorunların onları duygusal paralizasyona götürmesine izin vermezler. Tökezleyip düştüklerinde, tekrar ayağa kalkar ve sızlanmadan yaşamaya devam ederler. 24- Hatalı alanlardan bağımsız insanlar, mutluluğu kovalamazlar, sadece yaşarlar ve mutluluk onları bulur. Gerçekten nadir bulunan insanlardır, onlar için her gün mükemmeldir... * Dr. Wayne W. Dye

19 Eylül 2013 Perşembe

TİLKİLİK BELGESİ

Günün birinde bir tilki, ormanda genç bir tavşanla karşılaşmış. “ Sen nesin?” diye sormuş tavşan. Tilki: “Ben tilkiyim ve canım isterse seni yiyebilirim” demiş. “peki tilki olduğunu nasıl kanıtlayabilirsin?” diye sormuş tavşan. Tilki ne diyeceğini bilememiş, çünkü şimdiye kadar karşısına çıkan tavşanlardan hiçbiri ona böyle sorular sormamış, kaçmışlar.. Tavşan: “Tilki olduğuna dair yazılı bir kanıt gösterebilirsen sana inanırım” demiş. İnsan zihni de böyle işler. Yazılı bir şey gördüler mi hemen inanırlar. Yazılı ve basılı sözcüklerin insanlar üzerinde hipnotize edici bir etkisi vardır. Bu yüzden aptal gazetelere bile inanmaya devam ederler, çünkü yazılmış, basılmış bir şey bu, demek ki doğru olmalı diye düşünürler. Bu nedenledir ki yalan, sahte, uydurma ve ahmakça şeyler dolaşımda olmaya devam eder. Tilki doğru aslana koşup, ondan tilki olduğuna dair bir onay belgesi almış. Tavşanın beklediği yere geri dönüp belgeyi okumaya başlamış. Bu onu öylesine keyiflendirmiş ki, her paragrafın üzerinde dura dura, uzun uzun okumuş. Belgenin ana fikrini daha ilk satırlarda anlayan tavşan bir oyuktan içeri dalıp gözden kaybolmuş.. Tilki aslanın mağarasına geri dönmüş ve onu bir geyikle konuşurken bulmuş. Geyik: “Aslan olduğuna dair yazılı bir kanıt görmek istiyorum…” diyormuş. Aslan: “ Aç olmadığımda böyle bir şeyle uğraşmam gerekmez..Aç olduğumda ise yazılı şey görmene hiç gerek kalmaz.Zaten öğrenirsin…” Tilki aslana: “ Peki tavşan için bir belge almaya geldiğimde bunu bana niye söylemedin?.” diye sormuş. “Sevgili dostum” demiş aslan, “ belgeyi isteyenin bir tavşan olduğunu söyleseydin ya bana! Ben onu bazı sersem hayvanlara bu eğlenceyi öğreten ahmak insanoğlunun biri için sanmıştım.” Gerçek de böyledir. Onu görecek gözün varsa, anında görürsün. Gerçeğin kanıta ihtiyacı yoktur…

21 Ağustos 2013 Çarşamba

NE KADAR SEVİYOR/SEVİLİYORSUNUZ?

Geçenlerde yağan kar nedeniyle birçok kaza yaşandı. Bunlardan birisi zincirleme bir kazaya karışan ve çok şükür kendisine bir şey olmayan bir kadının başına geldi. Korkuya kapılan kadın ilk iş olarak eşini aradı ve eşinin ilk cevabı “Arabada bir şey var mı?” oldu… Bir başka kadının doktor randevusu vardı. Tek başına gitmeye çekindiği bir randevuydu. Fakat yakın bir akrabası olmadığından tek başına gitmesi gerekiyordu ve eşine söyledi ama gelemeyeceği için ısrar etmedi. Sadece randevu saatini söyledi ve dua istedi... Muayene sonucu korktuğu gibi olmadı, sonuç iyiydi. Eve geldi ve eşinin randevunun nasıl geçtiğiyle ilgili bir şeyler sormasını bekledi… Aradan on beş gün geçti. Hala bekliyor... Bir adam arabasından inerken kaydı ve düştü, ayak bileği incindi. (Sonradan kırık olduğu anlaşıldı.) Kapıda kendisini karşılayan eşi arkadaşıyla konuşuyordu. Adam canının yandığını, ayağının kırılmış olabileceğini söyledi. Ama kadın “Aaa, öyle mi?” diyerek arkadaşıyla konuşmaya devam etti, adam donakaldı... Hala donmuş durumda, duygusu yok... Bir başka adam babasının hasta olduğunu öğrendiği için akşam babasına uğramak istediğini söyleyince, eşi “Ama dışarıda yemek rezervasyonumuz vardı.” cevabını alınca üzüntüsünü içine attı... Ve daha birçok örnek... Her gün yaşadığımız, yaşattığımız... Kendimiz için önemli olan bir şeyi karşımız için aynı önemde görmediğimiz onca olayın içinde kalpler kırılıyor. İlişkiler can çekişiyor. Bazı önemli olaylar vardır, bunların ıskalanması telafisi zor aralıklar koyar insanların arasına. Sonra herkes unutmuş gibi yapar. Bazen çaresizlikten, bazen de durum acı verse de ilişkiyi bitirmek için yeterince büyük görülmediğinden... Fakat hesap bir gün kabardığında, çok küçük bir rüzgar gelir ve çok güçlü zannedilen ilişkiler dağılıp gider. Yıpranma yıllar sürer, yıkılması ise bir andır. Bazen hiç ummadığınız bir şey gelir ve sizin çok sağlam sandığınız her şeyi alır götürür. Küçük ihmaller, hiçbir zaman küçük değillerdir. Altlarında daha derin düşünceleri örterler. Bunların başında da “Sana değer vermiyorum!” düşüncesi vardır veya “Senin acın beni ilgilendirmiyor!” düşüncesi... İşte ruh birlikte eğlenebildiği ama birlikte acısını paylaşamadığı ruha karşı soğur. İnsan, karşısındaki insanın kendisini ne kadar sevdiğini verdiği hediyelerle ölçmez çoğu kere. Böyle durumlarda sınanır sevgi. Ve insan sınanana kadar ne kadar sevildiğini bilemez. Ne kadar sevdiğini de. Sevgi sınar çoğu kere ve bazıları kaybeder çok azı da kazanır... Bu günlerde kaybedenler çoğunlukta görünüyor. Sanıyorum ki bir nedeni de yanımızdakinin acısına duyarsızlaşmamız... Hep eğlenceli bir şeylerin peşinden koşmamız... Ve sadece kendimiz için yaşama çabamız... Oysaki yanımızdaki olmadan yaşayamayacağımızı unutuyoruz.

Popüler Yayınlar