30 Aralık 2009 Çarşamba

Yeni Yılınız Kutlu Olsun



Sevgi bestesinin tınılarını tüm insanların yüreğinde hissedeceği, hüzünlerinizin dostluklarla silineceği, ümitlerimizin hiç bitmeyeceği, sağlık, mutluluk ve başarı dolu bir yılı sevdiklerimizle birlikte geçirmemiz dileğiyle. 2010 yılı hepimize sağlık, mutluluk, başarı ve bol kazanç getirsin! Neşe dolu bir yıl geçirelim!

Üç Noel Güvercini



ÜÇ NOEL GÜVERCİNİ
Bir zamanlar ormanın derinliklerinde ufacık bir kulübede yaşlı mı yaşlı bir nine yaşarmış. Kimi kimsesi yokmuş. Dünya onu, o dünyayı unutmuş. Bütün yaz boyunca ormandan şifalı bitki, meyve sebze toplar, onlarla beslenir; bir kısmını kurutur; kışın da kulübesinden neredeyse hiç çıkmadan onlarla yaşarmış.
Kış aylarını evinde geçirmesi biraz canını sıkarmış, ama kış geldiğinde de en büyük eğlencesi Noel'i beklemek olurmuş.
Noel gecesini iple çeker, sonunda çok beklediği o gece geldiğinde kulübesinin bir göz odasına ufacık çam ağacını kurarmış. En çok sevdiği süs ise ağacın en alt dalına astığı güvercin yuvasıymış.
Kırmızı porselenden yapılan bu minicik güvercin yuvasında üç minicik güvercin varmış. Hepsi değişik renkte olan güvercinler hakiki güvercinler gibi canlı dururlar, izleyende her an sanki uçuvereceklermiş izlenimi bırakırlarmış.
İşte o Noel gecesi de ninenin sabırsızlıkla beklediği an gelmiş. Ufacık ağacını itinayla kurmuş, kuru çiçeklerle, meyvelerle süslemiş, en alt dala hayattaki en büyük hazinesi olan güvercin yuvasını takmış ve ağacın üzerindeki minicik mumları ve maytapları yakmış.
Ama çok kötü bir şey olmuş! Yanan maytaplardan çıkan kıvılcımlardan biri tam güvercin yuvasının üzerine düşmüş ve güvercinler sıcaklığın etkisiyle olsa gerek, parça parça oluvermişler.
Nine çok üzülmüş. Bütün gece ağlamış, güvercinlerinin neden kendini bırakıp gittiklerini, güvercinsiz bir çam ağacının artık neye yarayacağını düşünmüş. Hayata küsmüş.
Ertesi akşam, yani Noel bayramının birinci günü, titreyen elleriyle ağacın üzerindeki minik mumları yakarken göz yaşlarını tutamıyormuş. Minik mum yaşlı ninenin durumuna pek acımış.
Mum yandıkça gözyaşı gibi süzülen mum damlalarından biri tam güvercin yuvasının üzerine düşmüş. Soğuyup katılaştığında mum damlası aslından ayırt edilemeyen bir güvercin gibiymiş. İkinci damla da tam yuvanın yanına düşmüş, soğuduğunda o da bir güvercin olmuş. Diğer ikisinin yanına düşen üçüncü damla da minik bir güvercin olarak soğumuş.
Yaşlı nine bu olup biteni daha sonra fark etmiş. Güvercinlerinin nasıl olup da geri geldiklerini anlamamış. Ama çok sevinmiş. Noel bayramı yeniden gerçek bir bayrama dönüşmüş onun için.
Kim bilir, hayatta belki de bir şeyleri çok istemek gerek. Tıpkı ninenin güvercinlerine tekrar kavuşmayı çok istemesi gibi.

Dokunma Bana Sen de Yanarsın



Ve görüyorsun ki;
Aşkı beceremiyorum
Beni kendi halime bırak, yavrucuğum,
Ben yolumu nasıl olsa bulurum

28 Aralık 2009 Pazartesi

Çukur




Bilerek mi yanına almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı çukuru

Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukuru

Dostluk



Bir gün bunalırsan ve sıkıntını paylaşmak istersen beni ara
İki elim kanda olsa gelirim, sıkıntını yok ederim

Bir gün ağlayacak gibi olursan da ara beni
Seni belki güldüremem ama, söz veriyorum seninle birlikte ağlayabilirim

Bir gün uzaklara kaçmak istersen beni aramaktan çekinme
Seni belki durduramam ama, seninle birlikte koşabilirim

Bir gün her hangi bir konuda kararsız kalırsan ara beni
Seni senden fazla düşünür, sana fikirler verebilirim

Bir gün kimseyi dinlememeye karar verirsen de ara beni
Ağzımı açmayacağımı, söylemediklerini bile dinleyeceğimi bil

Bir gün beni ararsan ve benden bir karşılık alamazsan..
Söz ver: O zaman sen ulaşmalısın bana
Çünkü o an bir dosta gereksinim duyduğumu bilmelisin.

Öylesine Sevmiştim


ÖYLESİNE SEVMİŞTİM

Şimdi gidiyorsun, git
Bütün sabahları üşüdüğüm
Bütün gördüğüm senli günlerim,onlarda gitsin
İçimde bir şarkı
Gözümde bir ışık kalmıştı herşeye inat
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin
Yıldızları da alsana yanına gökyüzünden
Sevdiğimiz şarkıları da
Pencereme konan yusufçukları da
Bana karanlığı bırak
Beni bırak, beni böyle bırak
Böyle ansızın, böyle yakışıksız
Böyle anlamsız, böyle dağınık
Öyle kapıda susuşun
Öyle sarsak, öyle serkeş, öyle çerkes duruşun
Öyle sağlam, öyle bir de vuruşun
Koy beni sensizliğe
Ve otursun içime kül gibi kor yangının

Şimdi gidiyorsun, git
Hadi git
Hepsi hepsi bir sevda benimkisi, al da git
Hadi kanatma
Hadi yıkma
Hadi dokunma
Zaten ben seni öylesine sevmiştim

Şimdi gidiyorsun, git
Bütün sabahları üşüdüğüm
Bütün gördüğüm senli günlerim,onlarda gitsin
İçimde bir şarkı
Gözümde bir ışık kalmıştı her şeye inat
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin

İBRAHİM SADRİ

Gülümse



Çok güzel bir Film.İzlemenizi tavsiye ederim.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Dertsiz Çoban



Adamın birisi, bir gün, durup dururken kör olmuş. Çaresiz bir şekilde doktor doktor dolaşmaya başlamış. Ancak gittiği tüm doktorlar adamın neden kör olduğunu “Gözlerinde bir hastalık yok ama görmüyorsun, biz senin durumundan bir şey anlayamadık ” diyerek cevap verip adamı tedavi edememişler…

Doktorlardan umudunu kesen adam, derdine çare aramak için dünyayı dolaşmaya başlamış…

Gittiği bir dergahta kör adama; “bak efendi, sen bu derdinden kurtulmak istersen, hayatta hiçbir derdi olmayan bir adam bulacaksın, onun üzerindeki gömleği gözlerini süreceksin, böylece gözlerin tekrar görmeye başlayacak” denmiş.

Bu söz üzerine adam yine yollara düşüp koca dünyada dertsiz birini aramış durmuş...

Günün birinde, bir dağda bir çoban olduğunu ve onunda hiçbir derdinin olmadığını öğrenmiş. Ve hemen söylenen o dağa doğru yol almış. Denildiği gibi dağda çobanı bulmuş, derdini anlatmış, demiş ki: Eey çoban; duydum ki senin bu dünyada hiçbir derdin yokmuş, doğru mu? Çoban mahçup bir sesle ‘yoktur’ diyerek yanıtlamış adamı. ‘Allah’a şükür benim hiçbir derdim yoktur.’ Kör adam sevincinden ne yapacağını şaşırmış, onca zamandır beklediği an gelmiş çatmış, gözlerinin görmesini artık çok az bir zaman kalmış… Kör adam konuşmasına devam etmiş: Çobanım, canım çobanım, gömleğini hele bir çıkarda, çıkarda gömleğini gözlerime süreyim, gözlerime güreyim ki bende görebileyim… Çoban cevap vermiş; iyi ama benim gömleğim yok ki!
Çoban dertsiz olmasına dersizmiş ama, bir gömleği de yokmuş…

Bir tek seni sevdim



Ben hep on yedi yaşındayım…

Demir kapının her açılışında, her ayak sesinde,

İçime sığmaz yüreğim…

Her türlüsünü yaşadım acının ve ızdırabın,

Yalnız seni özlerken kendimi yenemedim

Çünkü senden gayrısı haram…

Şu metrisin önü bir uzun alan,

Yalnız seni sevdim, gerisi yalan…

Cigara çekmedi canım hiç, çıkarken havalandırmaya,

Olmadı avluda atılmış voltam hiç,

Hele masmavi bir denize atılmış voltam hiç…

Hiç mi hiç…

İçeride bıraktım dünyayı parmaklıklarla bölünmüş olarak…

Görmeye alışık gözleri ve senin için yazdığım şiirleri,

Sözleri, sana olan aşkımı…

Defterlere değil metrisin duvarlarına yazdım,

Uykusuz geçen gecelerde akıllara zarar…

Kıramazdı beni duruşmalarda kırılan kalem,

Senin görüşlere gelmeyişin kadar…

Şu metrisin önü bir uzun alan,

Bir tek seni sevdim, gerisi yalan…

Parmaklıkların elime bulaşan pası,

Havalandırmadan gelen helâ kokusu…

Işıksız ve ufuksuz hücremde, gözlerim kuvvet kaybındaydı…

Bir şişin ucundaydı ölümün kokusu ve özgürlük kravatlıların avucundaydı…

Bir kazaydı gelişin ya seni sevişim…?

O Bir Masaldı…

On yedi yıl, on beş gece bir ranzaydı yattığım…

Engelli Bir Çocuğun Yaşadıkları


Shay ve babası bir gün parkta Shayin tanıdığı birkaç çocuğun baseball oynadıklarını gördüler.
Shay sordu, 'Acaba oynamama izin verirler mi?'
Shay'in babası çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu, engellerine rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu.
Shay'in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı ve (fazla birşey
beklemeyerek) Shay in oynayıp oynayamayacağını sordu. Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra 'Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takıma girebilir ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya çalışırım' dedi.

Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım t-shirtini giydi. Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi. Çocuklar oğlunun kabul edilmesinden dolayı babanın mutluluğunu gördüler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazandı ama hala 3 sayı gerideydi. Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi ve sağ açık sahaya çıktı. Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babasının ona tribünlerden el salladığını gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takımı yine puan kazandı. Şimdi bütün kaleler doluydu, oyunu kazanma şansı ortaya çıkmıştı ve topa vurma sırası Shay'e gelmişti.

Bu noktada Shay'in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalıydılar?Şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verdiler. Herkes topa isabet ettirmeşansının sıfır olduğunu biliyorlardı çünkü bırakın topa vurmayı Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu.

Ama Shay sahaya çıktığında top atıcı, diğer takımın kazanmaşanslarını bir kenara bırakarak Shay'e bu fırsatı tanıdıklarını görünce birkaç adım öne giderek yumuşak birşekilde topu Shay'e doğru fırlattı. İlk topa Shay zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı. Atıcı tekrar birkaç adım öne doğru geldi ve topu yine yumuşak birşekilde Shay'e doğru attı. Shay sopayı savurdu ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya doğru vurdu.

Oyun şimdi bitecekti. Atıcı topu yerden aldı ve ilk kaledeki adamına
kolaylıkla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti.

Ama atıcı topu aldı ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlattı.
Tribünlerdeki herkes ve iki takımda bağırmaya başladılar, 'Shay, ilk kaleye koş, ilk kaleye koş!' Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı ama ilk kaleye gidebildi.Şaskınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü.

Herkes bağırmaya devam etti, 'İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş' Nefes nefese Shay zorlukla ikinci kaleye koşabildi. Shay ikinci kaleye geldiği sırada açık sahada diğer takımdan biri topu almıştı ... takımın en küçüğü olan bu çocuk kahraman olma şansını elinde tutuyordu. Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi ama top atıcısının niyetini anladığından o da kasıtlı olarak topu üçüncü kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı.

Herkes bağırıyordu, 'Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay'

Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay üçüncü kaleye koşabildi, 'Üçüncüye koş! Shay, üçüncüye koş!'

Shay üçüncüye gelirken diğer takımdakı çocuklar ve seyirciler ayağa
kalkmışlardı ve bağırıyorlardı, 'Shay, hepsini koş! Hepsini koş!' Shay
hepsini koştu ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlandı.

'O gün', dedi babası, gözlerinden yaşlar aşağıya doğru süzülerek,
'iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar'.

Shay bir sonraki yaza yetişemedi. O kış öldü. Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını asla unutmadı.

25 Aralık 2009 Cuma

Kabağın Sahibi



Vaktiyle bir derviş, nefsi ile mücadelenin, bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınarak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekle olmamaktadır.Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir...


Saç, sakal, bıyık, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

Berberden kendisini traş etmesini ister.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynadan durumu izlemektedir. Basının bir kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atar ve şaklabanlık yaparak:

’Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!’
diye kükrer.

Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz olması gereltir. Kaideyi bozmaz derviş, hiç ses etmez, usulca kalkar yerinden.

Berber mahcup olur ama,korkmuştur da. Sesini çıkartamaz.

Kabadayı Dervişin kalktığı koltuğa oturur, berber traşa baslar. Traş sırasında da devamlı olarak dervişi aşağılayıp alay etmeye devan eder

’Kabak aşağı, kabak yukarı.....’

Traş biter, kabadayı dükkandan çıkar.

Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıya çarpar. Kabadayı orada yığılır kalır. Ölmüştür.

Görenler çığlığı basarlar.
Berber ise şaşkındır.
Bir bu kötü manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:

- Biraz ağır olmadı mi derviş efendi??..

Derviş mahzun ve düşünceli bir şekilde cevap verir:

- Vallahi asla gücenmedim ona.
Hatta hakkımı da helal etmiştim...
Gel gör ki kabağın bir sahibi var.
’O’ gücenmiş olmalı!..

30 Aralık 2009 Çarşamba

Yeni Yılınız Kutlu Olsun



Sevgi bestesinin tınılarını tüm insanların yüreğinde hissedeceği, hüzünlerinizin dostluklarla silineceği, ümitlerimizin hiç bitmeyeceği, sağlık, mutluluk ve başarı dolu bir yılı sevdiklerimizle birlikte geçirmemiz dileğiyle. 2010 yılı hepimize sağlık, mutluluk, başarı ve bol kazanç getirsin! Neşe dolu bir yıl geçirelim!

Üç Noel Güvercini



ÜÇ NOEL GÜVERCİNİ
Bir zamanlar ormanın derinliklerinde ufacık bir kulübede yaşlı mı yaşlı bir nine yaşarmış. Kimi kimsesi yokmuş. Dünya onu, o dünyayı unutmuş. Bütün yaz boyunca ormandan şifalı bitki, meyve sebze toplar, onlarla beslenir; bir kısmını kurutur; kışın da kulübesinden neredeyse hiç çıkmadan onlarla yaşarmış.
Kış aylarını evinde geçirmesi biraz canını sıkarmış, ama kış geldiğinde de en büyük eğlencesi Noel'i beklemek olurmuş.
Noel gecesini iple çeker, sonunda çok beklediği o gece geldiğinde kulübesinin bir göz odasına ufacık çam ağacını kurarmış. En çok sevdiği süs ise ağacın en alt dalına astığı güvercin yuvasıymış.
Kırmızı porselenden yapılan bu minicik güvercin yuvasında üç minicik güvercin varmış. Hepsi değişik renkte olan güvercinler hakiki güvercinler gibi canlı dururlar, izleyende her an sanki uçuvereceklermiş izlenimi bırakırlarmış.
İşte o Noel gecesi de ninenin sabırsızlıkla beklediği an gelmiş. Ufacık ağacını itinayla kurmuş, kuru çiçeklerle, meyvelerle süslemiş, en alt dala hayattaki en büyük hazinesi olan güvercin yuvasını takmış ve ağacın üzerindeki minicik mumları ve maytapları yakmış.
Ama çok kötü bir şey olmuş! Yanan maytaplardan çıkan kıvılcımlardan biri tam güvercin yuvasının üzerine düşmüş ve güvercinler sıcaklığın etkisiyle olsa gerek, parça parça oluvermişler.
Nine çok üzülmüş. Bütün gece ağlamış, güvercinlerinin neden kendini bırakıp gittiklerini, güvercinsiz bir çam ağacının artık neye yarayacağını düşünmüş. Hayata küsmüş.
Ertesi akşam, yani Noel bayramının birinci günü, titreyen elleriyle ağacın üzerindeki minik mumları yakarken göz yaşlarını tutamıyormuş. Minik mum yaşlı ninenin durumuna pek acımış.
Mum yandıkça gözyaşı gibi süzülen mum damlalarından biri tam güvercin yuvasının üzerine düşmüş. Soğuyup katılaştığında mum damlası aslından ayırt edilemeyen bir güvercin gibiymiş. İkinci damla da tam yuvanın yanına düşmüş, soğuduğunda o da bir güvercin olmuş. Diğer ikisinin yanına düşen üçüncü damla da minik bir güvercin olarak soğumuş.
Yaşlı nine bu olup biteni daha sonra fark etmiş. Güvercinlerinin nasıl olup da geri geldiklerini anlamamış. Ama çok sevinmiş. Noel bayramı yeniden gerçek bir bayrama dönüşmüş onun için.
Kim bilir, hayatta belki de bir şeyleri çok istemek gerek. Tıpkı ninenin güvercinlerine tekrar kavuşmayı çok istemesi gibi.

Dokunma Bana Sen de Yanarsın



Ve görüyorsun ki;
Aşkı beceremiyorum
Beni kendi halime bırak, yavrucuğum,
Ben yolumu nasıl olsa bulurum

28 Aralık 2009 Pazartesi

Çukur




Bilerek mi yanına almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı çukuru

Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukuru

Dostluk



Bir gün bunalırsan ve sıkıntını paylaşmak istersen beni ara
İki elim kanda olsa gelirim, sıkıntını yok ederim

Bir gün ağlayacak gibi olursan da ara beni
Seni belki güldüremem ama, söz veriyorum seninle birlikte ağlayabilirim

Bir gün uzaklara kaçmak istersen beni aramaktan çekinme
Seni belki durduramam ama, seninle birlikte koşabilirim

Bir gün her hangi bir konuda kararsız kalırsan ara beni
Seni senden fazla düşünür, sana fikirler verebilirim

Bir gün kimseyi dinlememeye karar verirsen de ara beni
Ağzımı açmayacağımı, söylemediklerini bile dinleyeceğimi bil

Bir gün beni ararsan ve benden bir karşılık alamazsan..
Söz ver: O zaman sen ulaşmalısın bana
Çünkü o an bir dosta gereksinim duyduğumu bilmelisin.

Öylesine Sevmiştim


ÖYLESİNE SEVMİŞTİM

Şimdi gidiyorsun, git
Bütün sabahları üşüdüğüm
Bütün gördüğüm senli günlerim,onlarda gitsin
İçimde bir şarkı
Gözümde bir ışık kalmıştı herşeye inat
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin
Yıldızları da alsana yanına gökyüzünden
Sevdiğimiz şarkıları da
Pencereme konan yusufçukları da
Bana karanlığı bırak
Beni bırak, beni böyle bırak
Böyle ansızın, böyle yakışıksız
Böyle anlamsız, böyle dağınık
Öyle kapıda susuşun
Öyle sarsak, öyle serkeş, öyle çerkes duruşun
Öyle sağlam, öyle bir de vuruşun
Koy beni sensizliğe
Ve otursun içime kül gibi kor yangının

Şimdi gidiyorsun, git
Hadi git
Hepsi hepsi bir sevda benimkisi, al da git
Hadi kanatma
Hadi yıkma
Hadi dokunma
Zaten ben seni öylesine sevmiştim

Şimdi gidiyorsun, git
Bütün sabahları üşüdüğüm
Bütün gördüğüm senli günlerim,onlarda gitsin
İçimde bir şarkı
Gözümde bir ışık kalmıştı her şeye inat
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin

İBRAHİM SADRİ

Gülümse



Çok güzel bir Film.İzlemenizi tavsiye ederim.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Dertsiz Çoban



Adamın birisi, bir gün, durup dururken kör olmuş. Çaresiz bir şekilde doktor doktor dolaşmaya başlamış. Ancak gittiği tüm doktorlar adamın neden kör olduğunu “Gözlerinde bir hastalık yok ama görmüyorsun, biz senin durumundan bir şey anlayamadık ” diyerek cevap verip adamı tedavi edememişler…

Doktorlardan umudunu kesen adam, derdine çare aramak için dünyayı dolaşmaya başlamış…

Gittiği bir dergahta kör adama; “bak efendi, sen bu derdinden kurtulmak istersen, hayatta hiçbir derdi olmayan bir adam bulacaksın, onun üzerindeki gömleği gözlerini süreceksin, böylece gözlerin tekrar görmeye başlayacak” denmiş.

Bu söz üzerine adam yine yollara düşüp koca dünyada dertsiz birini aramış durmuş...

Günün birinde, bir dağda bir çoban olduğunu ve onunda hiçbir derdinin olmadığını öğrenmiş. Ve hemen söylenen o dağa doğru yol almış. Denildiği gibi dağda çobanı bulmuş, derdini anlatmış, demiş ki: Eey çoban; duydum ki senin bu dünyada hiçbir derdin yokmuş, doğru mu? Çoban mahçup bir sesle ‘yoktur’ diyerek yanıtlamış adamı. ‘Allah’a şükür benim hiçbir derdim yoktur.’ Kör adam sevincinden ne yapacağını şaşırmış, onca zamandır beklediği an gelmiş çatmış, gözlerinin görmesini artık çok az bir zaman kalmış… Kör adam konuşmasına devam etmiş: Çobanım, canım çobanım, gömleğini hele bir çıkarda, çıkarda gömleğini gözlerime süreyim, gözlerime güreyim ki bende görebileyim… Çoban cevap vermiş; iyi ama benim gömleğim yok ki!
Çoban dertsiz olmasına dersizmiş ama, bir gömleği de yokmuş…

Bir tek seni sevdim



Ben hep on yedi yaşındayım…

Demir kapının her açılışında, her ayak sesinde,

İçime sığmaz yüreğim…

Her türlüsünü yaşadım acının ve ızdırabın,

Yalnız seni özlerken kendimi yenemedim

Çünkü senden gayrısı haram…

Şu metrisin önü bir uzun alan,

Yalnız seni sevdim, gerisi yalan…

Cigara çekmedi canım hiç, çıkarken havalandırmaya,

Olmadı avluda atılmış voltam hiç,

Hele masmavi bir denize atılmış voltam hiç…

Hiç mi hiç…

İçeride bıraktım dünyayı parmaklıklarla bölünmüş olarak…

Görmeye alışık gözleri ve senin için yazdığım şiirleri,

Sözleri, sana olan aşkımı…

Defterlere değil metrisin duvarlarına yazdım,

Uykusuz geçen gecelerde akıllara zarar…

Kıramazdı beni duruşmalarda kırılan kalem,

Senin görüşlere gelmeyişin kadar…

Şu metrisin önü bir uzun alan,

Bir tek seni sevdim, gerisi yalan…

Parmaklıkların elime bulaşan pası,

Havalandırmadan gelen helâ kokusu…

Işıksız ve ufuksuz hücremde, gözlerim kuvvet kaybındaydı…

Bir şişin ucundaydı ölümün kokusu ve özgürlük kravatlıların avucundaydı…

Bir kazaydı gelişin ya seni sevişim…?

O Bir Masaldı…

On yedi yıl, on beş gece bir ranzaydı yattığım…

Engelli Bir Çocuğun Yaşadıkları


Shay ve babası bir gün parkta Shayin tanıdığı birkaç çocuğun baseball oynadıklarını gördüler.
Shay sordu, 'Acaba oynamama izin verirler mi?'
Shay'in babası çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu, engellerine rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu.
Shay'in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı ve (fazla birşey
beklemeyerek) Shay in oynayıp oynayamayacağını sordu. Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra 'Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takıma girebilir ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya çalışırım' dedi.

Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım t-shirtini giydi. Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi. Çocuklar oğlunun kabul edilmesinden dolayı babanın mutluluğunu gördüler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazandı ama hala 3 sayı gerideydi. Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi ve sağ açık sahaya çıktı. Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babasının ona tribünlerden el salladığını gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takımı yine puan kazandı. Şimdi bütün kaleler doluydu, oyunu kazanma şansı ortaya çıkmıştı ve topa vurma sırası Shay'e gelmişti.

Bu noktada Shay'in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalıydılar?Şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verdiler. Herkes topa isabet ettirmeşansının sıfır olduğunu biliyorlardı çünkü bırakın topa vurmayı Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu.

Ama Shay sahaya çıktığında top atıcı, diğer takımın kazanmaşanslarını bir kenara bırakarak Shay'e bu fırsatı tanıdıklarını görünce birkaç adım öne giderek yumuşak birşekilde topu Shay'e doğru fırlattı. İlk topa Shay zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı. Atıcı tekrar birkaç adım öne doğru geldi ve topu yine yumuşak birşekilde Shay'e doğru attı. Shay sopayı savurdu ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya doğru vurdu.

Oyun şimdi bitecekti. Atıcı topu yerden aldı ve ilk kaledeki adamına
kolaylıkla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti.

Ama atıcı topu aldı ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlattı.
Tribünlerdeki herkes ve iki takımda bağırmaya başladılar, 'Shay, ilk kaleye koş, ilk kaleye koş!' Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı ama ilk kaleye gidebildi.Şaskınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü.

Herkes bağırmaya devam etti, 'İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş' Nefes nefese Shay zorlukla ikinci kaleye koşabildi. Shay ikinci kaleye geldiği sırada açık sahada diğer takımdan biri topu almıştı ... takımın en küçüğü olan bu çocuk kahraman olma şansını elinde tutuyordu. Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi ama top atıcısının niyetini anladığından o da kasıtlı olarak topu üçüncü kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı.

Herkes bağırıyordu, 'Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay'

Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay üçüncü kaleye koşabildi, 'Üçüncüye koş! Shay, üçüncüye koş!'

Shay üçüncüye gelirken diğer takımdakı çocuklar ve seyirciler ayağa
kalkmışlardı ve bağırıyorlardı, 'Shay, hepsini koş! Hepsini koş!' Shay
hepsini koştu ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlandı.

'O gün', dedi babası, gözlerinden yaşlar aşağıya doğru süzülerek,
'iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar'.

Shay bir sonraki yaza yetişemedi. O kış öldü. Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını asla unutmadı.

25 Aralık 2009 Cuma

Kabağın Sahibi



Vaktiyle bir derviş, nefsi ile mücadelenin, bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınarak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekle olmamaktadır.Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir...


Saç, sakal, bıyık, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

Berberden kendisini traş etmesini ister.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynadan durumu izlemektedir. Basının bir kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atar ve şaklabanlık yaparak:

’Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!’
diye kükrer.

Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz olması gereltir. Kaideyi bozmaz derviş, hiç ses etmez, usulca kalkar yerinden.

Berber mahcup olur ama,korkmuştur da. Sesini çıkartamaz.

Kabadayı Dervişin kalktığı koltuğa oturur, berber traşa baslar. Traş sırasında da devamlı olarak dervişi aşağılayıp alay etmeye devan eder

’Kabak aşağı, kabak yukarı.....’

Traş biter, kabadayı dükkandan çıkar.

Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıya çarpar. Kabadayı orada yığılır kalır. Ölmüştür.

Görenler çığlığı basarlar.
Berber ise şaşkındır.
Bir bu kötü manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:

- Biraz ağır olmadı mi derviş efendi??..

Derviş mahzun ve düşünceli bir şekilde cevap verir:

- Vallahi asla gücenmedim ona.
Hatta hakkımı da helal etmiştim...
Gel gör ki kabağın bir sahibi var.
’O’ gücenmiş olmalı!..

Popüler Yayınlar