2 Ocak 2011 Pazar

Denemeler 1 (Şems-i Tebrizi İle Sohbet)





Nereye gideceğini bilmeyen bir gemi gibiyim. Sekiz saat vaktim var, sekiz dakika planım yok. Dalgın dalgın yürüyorum yolda. Bir kavşağa geliyorum. Düz mü gitsem sağa mı dönsem sola mı? Yoksa geri dönüp geldiğim yere mi gitsem? Çoğunluk düz gidiyor ya da sağa dönüyor. Geldiğim yolu gördüm ve biliyorum. En sakin yöne, sola dönüyorum. Yürüdükçe yol daha da sakinleşiyor. Tek tük insanlar var yollarda. Onlar da ya fırına ya da markete gidip gelen insanlar. Uykulu gözler ve asık suratlarla hemen işlerini halledip tekrar evlerine girme telaşındalar. Bir bayram sabahının huzuru ve mutluluğundan eser yok yüzlerinde ve gözlerinde. Birkaç dakika sonra ilk kez başımı hafifce yukarı kaldırıp kış gününde etrafı ısıtmak için tüm gücünü kullanan güneşe bakıyorum. Gökyüzü pırıl pırıl. Bayramı tek yaşayan güneş ve gökyüzü sanki. Hemen sağ tarafımda bir tabelaya gözüm ilişti. “Şems-i Tebrizi Camii ve Türbesi” yazıyordu. Oysa ben yıllarca bu şehirde yaşamış ve hemen hemen her yıl bu şehre en az birkaç kez gelmiş biri olarak bu türbenin başka bir semtte olduğunu sanıyordum. Tabela daracık bir sokağı gösteriyordu. Sokak alabildiğine ıssız, sanki terkedilmiş gibiydi. Biraz yürüdüm ve karşımda yine eski evler duruyordu. Sanki bir çıkmaz sokak gibiydi ama etrafta Cami ya da türbeye benzer bir şey yoktu. Tabela da yoktu. Biraz daha ilerleyince yolun ikiye ayrıldığını gördüm. Sağa ve sola doğru iki dar yol vardı yine. Sağ taraftan dört beş genç geliyordu. Ben yine sol tarafı seçtim ve yürüdüm. Az sonra karşıma şirin bir park çıktı. Parkta oturan genci yaşlısı küçük bir kalabalık var. Hemen sağ tarafta Şems-i Tebrizi Camii ve Külliyesi yazan bir bina. Binanın içi bomboş. Biraz çekiniyorum girmeye. Herkes neden dışarıda bekliyor, neden kimse girmiyor diye kafamdan geçirdim bir an ama camiye doğru yürümeye de devam ettim. İçeriye girdim ve Şems-i Tebrizi karşımdaydı.



- Hoş geldin Derviş, Ben de seni bekliyordum….
- Beni mi bekliyordun?
- Evet. Baksana, kimseyi içeri almadım, dışarıda ıoonlarca insan var ama hiç biri girmiyor. Bu tesadüf olabilir mi? Yıllar sonra seninle baş başa konuşmak istedim.
- Şaşırdım. Ben senle karşılaşacağımızı ve sohbet edeceğimizi tahmin etmiyordum.
- Ben hepsini biliyordum. Her şeyin bir zamanı vardır. O zamanı bekliyordum. Ben yirmi yıldır seni izliyorum. Senden gittim sanıyorsun ama aslında ben senden hiç gitmedim. Her an yanındaydım. Sadece sen beni göremiyordun o kadar. Sesimi duyma diye yirmi yıldır hiç konuşmuyordum. Sessizce yanı başında seni izliyordum.



- Uzun bir süre yirmi yıl. Peki neden bunca yıl bekledin konuşmak için.
- Bazı şeyleri zamana bırakmak gerekir.Zaman her şeyin en iyi ilacıdır. Yaraların iyileşmesi için de zamana ihtiyaç vardır meyvenin olgunlaşması için de. “Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı”. Bazı şeyleri kendin yaşayıp görmen gerekiyordu. Sen bunları yaşamadan Benim söyleyeceklerimi anlaman ve uygulaman imkansızdı.
- Anladım. Peki şimdi zamanı geldi mi? Seni anlayabilecek miyim?
- Tam emin değilim. Bence zamanı geldi ama bundan emin olmak için yaşayıp görmek lazım. Yani yine zamana bırakmamız gerekiyor.
- Anlaştık. Seni dinliyorum.
- “Ben”i değil “Sen”i dinle ve ne konuştuğunuzu bana da söyle.
- Beni mi dinleyeyim? İyi ama nasıl? Öğret bana.
- Sen zaten bunu biliyorsun. Her insan bunu bilir ama pek uygulamaz. Bir dene, sandığın kadar zor olmadığını göreceksin.
- peki, deneyeyim.

"Sevmek.." dedim.
"Yoluna ölmek" dedi.
"Yol ? " dedim.
"Alıp başını gitmek" dedi.

"Gitmek ?" dedim.
Bir "ahh" çekip, "Dostlardan ayrılmak" dedi.

"Dost ?" dedim.
Durdu, Bana baktı.
"Dost.." diye mırıldandı.
"Yüreğime nasıl koysam bilemediğim" dedi.

"Yürek ?" dedim.
"Dünyaları içine sığdıramadığım" dedi.

"Dünya?" dedim.
"Hayatın bir yüzü" dedi.

"Yüz?" dedim.
"Ardında ne gizli bilemediğim" dedi.

"Giz?" dedim.
"Hep çözmeye çalıştığım" dedi.

"Çalışmak ?" dedim.
"Bitmeyecek öykü" dedi.

"Öykü?" dedim.
"Binlercesini içimde gizliyorum" dedi.

"Gizlemek?" dedim.
"işte, her şeyin bitimi" dedi.

"Şey ?" dedim.
"sevda" dedi.

"sevda?" dedim.
"peşinden koştuğum" dedi.

"koşmak?" dedim.
"hayat bir maraton" dedi.

"hayat?" dedim.
"öyle kısa ki!" dedi.

"niçin kısa?" diye sordum.
"yaşanacak çok şey var, zaman yok" dedi.

"yaşanması gereken ne var? " diye sordum.
"aşk" dedi.

"kaç kere?" diye sordum.
"bin kere" dedi, "milyon kere"

"neden bir kere değil?" diye sordum.
"bütün aşkların toplamı, en yüce ve tek aşk" dedi.

"önce ona varsan olmaz mı?" diye sordum.
"keşke olsa" dedi, "ama önce yoğrulmak gerek"

"acı çekmek mi?" diye sordum.
"evet, aşk acısında yok olmak" dedi.

"yok olunca!" dedim.
"işte gerçek aşkı da o zaman yaşamaya başlarsın" dedi.

"gerçek aşk!" dedim.
"büyük o!" dedi.

Durdum. Durdum. Ve sustum!

"neden sustun?" diye sordu.

"yüreğim titredi sanki" dedim.

"neden?" diye sordu.

"bilmiyorum" dedim. "büyük o!"

"evet" dedi, "büyük o!"

"nerede?" diye sordum.
"her yerde" dedi.

"nasıl?" diye sordum.
"yüreğini aç" dedi.
"yüreğimi açmak!" dedim.
"bir tebessümle bak her şeye" dedi.

"tebessüm" dedim.
"her kapının anahtarı" dedi.

"kapı" dedim.
"girmeden bilemezsin" dedi.

"ya korku!" dedim.
"bilinmeyenden korkar insan" dedi.

"ben bilmiyorum" dedim.

"neyi?" diye sordu.

"ben'i" dedim.
"sen kimsin?" diye sordu.
"ben kimim?" diye sordum.
"sevgiyle beslenensin" dedi.
"kimin sevgisiyle?" diye sordum.

"büyük O'nun" dedi.
Durdum. Durdum. Yine sustum.

"kimsin?" diye sordum.
SENİM dedi…




- “Sen”i dinleyince “Ben”i anladın mı? dedi, Şems.
- Anladım dedim.
- “Vedalar canını sıkmasın. Yine buluşabilmek için bir ‘hoşçakal’ gereklidir.”
- Başka türlü bir yolu yok mu bunun? İlla bir “hoşcakal” şart mıydı?
- “İki kişi birbirlerini severde kavuşurlarsa,mutluluk olur, biri kaçar öbürü kovalarsa aşk olur, ikiside sever lakin birleşemezlerse işte o zaman efsane olur”...

2 yorum:

sufi dedi ki...

Mutluluk olsun aşkolsun efsane olsun...Sen sendekinle kavuşunca ne kalır ki geriye?

Sis dedi ki...

e hadi devamı ama artık...

2 Ocak 2011 Pazar

Denemeler 1 (Şems-i Tebrizi İle Sohbet)





Nereye gideceğini bilmeyen bir gemi gibiyim. Sekiz saat vaktim var, sekiz dakika planım yok. Dalgın dalgın yürüyorum yolda. Bir kavşağa geliyorum. Düz mü gitsem sağa mı dönsem sola mı? Yoksa geri dönüp geldiğim yere mi gitsem? Çoğunluk düz gidiyor ya da sağa dönüyor. Geldiğim yolu gördüm ve biliyorum. En sakin yöne, sola dönüyorum. Yürüdükçe yol daha da sakinleşiyor. Tek tük insanlar var yollarda. Onlar da ya fırına ya da markete gidip gelen insanlar. Uykulu gözler ve asık suratlarla hemen işlerini halledip tekrar evlerine girme telaşındalar. Bir bayram sabahının huzuru ve mutluluğundan eser yok yüzlerinde ve gözlerinde. Birkaç dakika sonra ilk kez başımı hafifce yukarı kaldırıp kış gününde etrafı ısıtmak için tüm gücünü kullanan güneşe bakıyorum. Gökyüzü pırıl pırıl. Bayramı tek yaşayan güneş ve gökyüzü sanki. Hemen sağ tarafımda bir tabelaya gözüm ilişti. “Şems-i Tebrizi Camii ve Türbesi” yazıyordu. Oysa ben yıllarca bu şehirde yaşamış ve hemen hemen her yıl bu şehre en az birkaç kez gelmiş biri olarak bu türbenin başka bir semtte olduğunu sanıyordum. Tabela daracık bir sokağı gösteriyordu. Sokak alabildiğine ıssız, sanki terkedilmiş gibiydi. Biraz yürüdüm ve karşımda yine eski evler duruyordu. Sanki bir çıkmaz sokak gibiydi ama etrafta Cami ya da türbeye benzer bir şey yoktu. Tabela da yoktu. Biraz daha ilerleyince yolun ikiye ayrıldığını gördüm. Sağa ve sola doğru iki dar yol vardı yine. Sağ taraftan dört beş genç geliyordu. Ben yine sol tarafı seçtim ve yürüdüm. Az sonra karşıma şirin bir park çıktı. Parkta oturan genci yaşlısı küçük bir kalabalık var. Hemen sağ tarafta Şems-i Tebrizi Camii ve Külliyesi yazan bir bina. Binanın içi bomboş. Biraz çekiniyorum girmeye. Herkes neden dışarıda bekliyor, neden kimse girmiyor diye kafamdan geçirdim bir an ama camiye doğru yürümeye de devam ettim. İçeriye girdim ve Şems-i Tebrizi karşımdaydı.



- Hoş geldin Derviş, Ben de seni bekliyordum….
- Beni mi bekliyordun?
- Evet. Baksana, kimseyi içeri almadım, dışarıda ıoonlarca insan var ama hiç biri girmiyor. Bu tesadüf olabilir mi? Yıllar sonra seninle baş başa konuşmak istedim.
- Şaşırdım. Ben senle karşılaşacağımızı ve sohbet edeceğimizi tahmin etmiyordum.
- Ben hepsini biliyordum. Her şeyin bir zamanı vardır. O zamanı bekliyordum. Ben yirmi yıldır seni izliyorum. Senden gittim sanıyorsun ama aslında ben senden hiç gitmedim. Her an yanındaydım. Sadece sen beni göremiyordun o kadar. Sesimi duyma diye yirmi yıldır hiç konuşmuyordum. Sessizce yanı başında seni izliyordum.



- Uzun bir süre yirmi yıl. Peki neden bunca yıl bekledin konuşmak için.
- Bazı şeyleri zamana bırakmak gerekir.Zaman her şeyin en iyi ilacıdır. Yaraların iyileşmesi için de zamana ihtiyaç vardır meyvenin olgunlaşması için de. “Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı”. Bazı şeyleri kendin yaşayıp görmen gerekiyordu. Sen bunları yaşamadan Benim söyleyeceklerimi anlaman ve uygulaman imkansızdı.
- Anladım. Peki şimdi zamanı geldi mi? Seni anlayabilecek miyim?
- Tam emin değilim. Bence zamanı geldi ama bundan emin olmak için yaşayıp görmek lazım. Yani yine zamana bırakmamız gerekiyor.
- Anlaştık. Seni dinliyorum.
- “Ben”i değil “Sen”i dinle ve ne konuştuğunuzu bana da söyle.
- Beni mi dinleyeyim? İyi ama nasıl? Öğret bana.
- Sen zaten bunu biliyorsun. Her insan bunu bilir ama pek uygulamaz. Bir dene, sandığın kadar zor olmadığını göreceksin.
- peki, deneyeyim.

"Sevmek.." dedim.
"Yoluna ölmek" dedi.
"Yol ? " dedim.
"Alıp başını gitmek" dedi.

"Gitmek ?" dedim.
Bir "ahh" çekip, "Dostlardan ayrılmak" dedi.

"Dost ?" dedim.
Durdu, Bana baktı.
"Dost.." diye mırıldandı.
"Yüreğime nasıl koysam bilemediğim" dedi.

"Yürek ?" dedim.
"Dünyaları içine sığdıramadığım" dedi.

"Dünya?" dedim.
"Hayatın bir yüzü" dedi.

"Yüz?" dedim.
"Ardında ne gizli bilemediğim" dedi.

"Giz?" dedim.
"Hep çözmeye çalıştığım" dedi.

"Çalışmak ?" dedim.
"Bitmeyecek öykü" dedi.

"Öykü?" dedim.
"Binlercesini içimde gizliyorum" dedi.

"Gizlemek?" dedim.
"işte, her şeyin bitimi" dedi.

"Şey ?" dedim.
"sevda" dedi.

"sevda?" dedim.
"peşinden koştuğum" dedi.

"koşmak?" dedim.
"hayat bir maraton" dedi.

"hayat?" dedim.
"öyle kısa ki!" dedi.

"niçin kısa?" diye sordum.
"yaşanacak çok şey var, zaman yok" dedi.

"yaşanması gereken ne var? " diye sordum.
"aşk" dedi.

"kaç kere?" diye sordum.
"bin kere" dedi, "milyon kere"

"neden bir kere değil?" diye sordum.
"bütün aşkların toplamı, en yüce ve tek aşk" dedi.

"önce ona varsan olmaz mı?" diye sordum.
"keşke olsa" dedi, "ama önce yoğrulmak gerek"

"acı çekmek mi?" diye sordum.
"evet, aşk acısında yok olmak" dedi.

"yok olunca!" dedim.
"işte gerçek aşkı da o zaman yaşamaya başlarsın" dedi.

"gerçek aşk!" dedim.
"büyük o!" dedi.

Durdum. Durdum. Ve sustum!

"neden sustun?" diye sordu.

"yüreğim titredi sanki" dedim.

"neden?" diye sordu.

"bilmiyorum" dedim. "büyük o!"

"evet" dedi, "büyük o!"

"nerede?" diye sordum.
"her yerde" dedi.

"nasıl?" diye sordum.
"yüreğini aç" dedi.
"yüreğimi açmak!" dedim.
"bir tebessümle bak her şeye" dedi.

"tebessüm" dedim.
"her kapının anahtarı" dedi.

"kapı" dedim.
"girmeden bilemezsin" dedi.

"ya korku!" dedim.
"bilinmeyenden korkar insan" dedi.

"ben bilmiyorum" dedim.

"neyi?" diye sordu.

"ben'i" dedim.
"sen kimsin?" diye sordu.
"ben kimim?" diye sordum.
"sevgiyle beslenensin" dedi.
"kimin sevgisiyle?" diye sordum.

"büyük O'nun" dedi.
Durdum. Durdum. Yine sustum.

"kimsin?" diye sordum.
SENİM dedi…




- “Sen”i dinleyince “Ben”i anladın mı? dedi, Şems.
- Anladım dedim.
- “Vedalar canını sıkmasın. Yine buluşabilmek için bir ‘hoşçakal’ gereklidir.”
- Başka türlü bir yolu yok mu bunun? İlla bir “hoşcakal” şart mıydı?
- “İki kişi birbirlerini severde kavuşurlarsa,mutluluk olur, biri kaçar öbürü kovalarsa aşk olur, ikiside sever lakin birleşemezlerse işte o zaman efsane olur”...

2 yorum:

sufi dedi ki...

Mutluluk olsun aşkolsun efsane olsun...Sen sendekinle kavuşunca ne kalır ki geriye?

Sis dedi ki...

e hadi devamı ama artık...

Popüler Yayınlar