23 Ocak 2010 Cumartesi

Ateş Pahası




Bir gün Kanuni Sultan Süleyman, adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkar. Bir ceylanın peşinden koşarlarken zamanın nasıl geçtiğinin ayırdına varamayıp,
“Biz nerelere geldik böyle?” diyerek çevrelerine bakındıklarında hava kararmaya yüz tutmuştur.
Gök kararmakla kalmamış, şiddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmıştır. Hünkar ve adamları, bu dağ başında bulabildikleri bir kulübeye kendilerini zor atarlar.
Sığındıkları kulübede, geçimini odunculuk yaparak sağlayan yoksul bir köylü yaşamaktadır. Adamcağız bu Tanrı konuklarını içeri alır, onlara elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışır.
Padişah kendini özellikle tanıtmaktan geri durur; fakat yoksul oduncu onun kim olduğunu anlamakta gecikmemiştir. O nedenle ocağa büyük büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıtır.Bir de sıcacık çorba ikram eder.

Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalırlar. Geceyi orada rahatça geçirirler. Hatta padişah bir ara çevresindekilere, “Doğrusu şu ateş bin altın eder” diye de söylenir.
Ertesi gün yola çıkmadan önce padişah oduncuya önce memnuniyetini bildirir:
“Efendi! Bizi ihya ettin. Harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik” der ve sorar:
“Söyle bakalım borcumuz ne kadar?”
Oduncu, kırk yılda bir eline geçen bu olanağı değerlendirip parayı biraz yüksek söyler:
“Bin bir altın yeter, beyzadem” der.
"Çok fazla istemedin mi?"diye soran padişaha.
"Yemek ve yatak bedeli bir altın, ateşin bin altın ettiğini de zaten siz söylediniz."der.
Padişah adamın kıvrak zekası karşısında gülümser ve bin altını öder.
“Ateş pahası” sözü buradan gelmektedir.

Hiç yorum yok:

23 Ocak 2010 Cumartesi

Ateş Pahası




Bir gün Kanuni Sultan Süleyman, adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkar. Bir ceylanın peşinden koşarlarken zamanın nasıl geçtiğinin ayırdına varamayıp,
“Biz nerelere geldik böyle?” diyerek çevrelerine bakındıklarında hava kararmaya yüz tutmuştur.
Gök kararmakla kalmamış, şiddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmıştır. Hünkar ve adamları, bu dağ başında bulabildikleri bir kulübeye kendilerini zor atarlar.
Sığındıkları kulübede, geçimini odunculuk yaparak sağlayan yoksul bir köylü yaşamaktadır. Adamcağız bu Tanrı konuklarını içeri alır, onlara elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışır.
Padişah kendini özellikle tanıtmaktan geri durur; fakat yoksul oduncu onun kim olduğunu anlamakta gecikmemiştir. O nedenle ocağa büyük büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıtır.Bir de sıcacık çorba ikram eder.

Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalırlar. Geceyi orada rahatça geçirirler. Hatta padişah bir ara çevresindekilere, “Doğrusu şu ateş bin altın eder” diye de söylenir.
Ertesi gün yola çıkmadan önce padişah oduncuya önce memnuniyetini bildirir:
“Efendi! Bizi ihya ettin. Harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik” der ve sorar:
“Söyle bakalım borcumuz ne kadar?”
Oduncu, kırk yılda bir eline geçen bu olanağı değerlendirip parayı biraz yüksek söyler:
“Bin bir altın yeter, beyzadem” der.
"Çok fazla istemedin mi?"diye soran padişaha.
"Yemek ve yatak bedeli bir altın, ateşin bin altın ettiğini de zaten siz söylediniz."der.
Padişah adamın kıvrak zekası karşısında gülümser ve bin altını öder.
“Ateş pahası” sözü buradan gelmektedir.

Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar